3 Ekim 2019 Perşembe

İngiltere'de acil servis!





















İngiltere'de ilk acil servis deneyimimizi de yaşadık, vatana millete hayırlı olsun!


Bu vesileyle sizler için tıbbi İngilizce  sözlüğü hazırladım, yazıyı okurken faydalanın da benim gibi saf saf "Kırık diil ya, kırık olsa broken derler" deyip rezil olmayın :D


GP: General Practice, mahalledeki doktor, aile hekimi dengi.

A&E: Accıdents and Emergency, ortalama bekleme süresi 3-4 saat olan, beklerken kendi kendinize iyileşmenizi uman her daim kalabalık servis. Allah düşürmesin servisi olarak da bilinir.

X-Ray: Röntgen (Bunu bilmiyorsanız dünyanın en sağlıklı insanı olabilirsiniz, tebrikler)

Nurse: Hemşire (Röntgene ilk bakıp yorumlayan ama doktor olmayan dolayısıyla da benim gibi tipleri çok da tatmin etmeyen kişi. Ayrica kulak yikayan, smear alan, aşı takibi de yapan kişi)

Fracture: Bir kemik parçasının anakaradan ayrılarak hafifçe uzaklaşması (Bildiğin kırık işte!, broken desene fracture neymiş!)

Plastic Surgery : Burda el ile ilgili durumlara bakan birim. (Plastik cerrahiyi duyunca ameliyatlık bir durum mu var diye betim benzim atmış olsa da bu ülkedeki normal prosedürmüş)

Consultant: Çok hasta gören tecrübeli ve konusunun uzmanı doktor, servis şefi. (NHS'te çalışan doktor bir arkadaşımdan öğrendiğime göre bizdeki profesöre denkmiş)

Splint: Alçı, atel

Hand therapist: El terapisti, parmağı alçıya alan ve devam kontrollerini yapan kişi ( Bir nevi doktor olduğunu umuyorum)

Follow-up appointment: Kontrol randevusu (Parmak kırıldıktan 5 gün sonraya anca verilen randevu)



Geçen hafta Demir okuldan baş parmağı şişmiş olarak geldi. Beden dersinde basket oynarken top sert gelmiş, parmağı ters dönmüş. Morluk, şişlik ve ağrıyı görünce bir doktor görsün istedim ama durum acil servislik mi emin olamadım.

Önce GPmize gittik, neyse ki yarım saat sonraya randevu verdiler. Parmağı gören doktor "fracture mu yoksa tendon ile ilgili birşey mi emin değilim" deyip bizi röntgen için başka bir hastaneye gönderdi.

O hastanedeki nurse röntgeni görüp fracture deyince , Demir hayırlı olsun, parmağını çatlatmışsın dedim. Çünkü kırık olsa break der broken der , ne bileyim bunlara benzer birşey der. Kelimeyi bilmiyorsan mevzuya en yakın konuya bağla, al sana Fracture= Çatlak! Değilmiş! Röntgeni görünce İngilizcem yerine oturdu. Fracture baya baya kırıkmış, meğer Demir'in parmağı kırılmış! Ve hatta acil serviste plastik cerrahin görmesi gerekiyormuş!

Kırık olduğunu anladığım anın şokunu atlatamadan bir de cerrahi lafları geçmeye başlayınca soğukkanlı kalmaya çalışan ben inceden paniklemeye başladım. Üst üste bilmediğim yerden geliyordu, İngilizce kelimeler beynimde yerini bulamıyordu! Nurse başka bir hastanenin acil servisini arayıp ulaşamayınca parmağı bandaja aldı elini de kalp hizasının üstüne getirerek sardı ve bize "Eve gidin, ben hastaneye ulaşınca size haber vereceğim ama büyük ihtimal yarın çağırılar"dedi.

Tıpış tıpış eve geldik, yarım saat sonra telefon geldi ve hastaneye hemen gitmemizi, gidişimizden hastanenin haberi olduğu için beklemeden hemen resepsiyona gitmemizi söyledi. Söylenenleri aynen yaptık, 2 saat beklemenin sonunda "ben plastik ekibindenim" diyen ama bana plastik departmanının stajeri/fotokopi çekeni/çay getireni izlenimi veren tıfıl bir çocuk parmağa baktı (gözüyle!)  yalandan dokundu, röntgene baktı, atel takıp "Şimdi gidin, bu hafta içinde sizi arayıp follow-up appointment verecekler"dedi. Ateli çıkarırsak tekrar takarken kullanalım diye bir rulo bant verdi, ilaç dedim, ağrı olursa parasetamol ver dedi ve ilac / reçete vermeden bizi gönderdi.

Ertesi gün hastaneden arayıp 5 gün sonraya Consultant'tan randevu verdiler. Gittik. Doktor baktı, 4 hafta splintte kalacak, hand therapist splinti yapacak, beni bir daha görmezsiniz ama hand therapist tekrar çağırabilir dedi. Hand therapist plastik bir malzemeden alçıyı yaptı. Demir'in en eğlendiği kısım bu oldu çünkü alçının rengini,desenini, kullanılacak bantları kendi seçti. Alçımın tasarımını kendim yaptım diye çok mutlu oldu :) Şu an parmak alçıda, bir sonraki randevu 2 hafta sonra hand therapist ile, iyileşsin diye bekliyoruz.



Bu kıyaslamayı yapmak istemiyorum ama kendimi de tutamıyorum. Eğer bu kırık biz Türkiye'deyken olsaydı Acıbadem'in aciline gidip röntgenini, alçısını hemen yaptırıp konu ile ilgili uzman ve iyi bir doktoru görüp çıkmıştık, Hatta ertesi gün morluk artınca telefon edip ulaşabileceğim bir doktor numarası da vermişlerdi. Biliyorum Türkiye'deki özel, burdaki devlet, karşılaştırmayı eşit koşullarda yapmıyorum ama bir parmak kırığı için 5 gün beklemeyi de anlayamıyorum.


Ilk acil servis deneyimimizi bu kadarla atlattigimiz ve daha fazla Ingilizce saglik terimi öğrenmek zorunda kalmadigim icin sukretsem de burdaki saglik sistemine iki cift sozum var:

Bak Ingiliz sağlık sistemi, şimdi sana durumunu basit bir grafikle anlatayım, sen de kendine bir çeki düzen ver! Hadi canım!



25 Eylül 2019 Çarşamba

Börtü, böcek, örümcek..







Tanıştırayım, bu bizim bahçenin yeni sakini Selahattin.



Selahattin her yıl Eylül gibi bütün aşiretini toplar gelir bizim bahçeye yerleşir. Pek de teklifsiz bir arkadaş, hiç sormaz, müsait miyiz, örümcekten korkar mıyız. Gelir yerleşir, başlar devasa ağlarını örüp kısmetini beklemeye. Selahattin bizim bahçeye tezgahı kurunca biz içeri çekiliriz. Özellikle ben. Neden? Çünkü araknafobiğim, Gerçi buraya gelip Selahattin ve avanesiyle tanıştığımdan beri araknafobiam bile yalama oldu. Eskiden örümcek görünce aksi tarafa kaçan ben Selahattin ve türevlerini görünce ceketimi ilikleyip selam verip öyle geçiyorum yanından. Hatta bakın bu kadar yaklaşıp resmini bile çekebildim (Tamam tamam kameranın zoom unu da kullandım biraz)



İngiltere'ye taşındığımızdan beri bir sürü böcekle tanıştık. Türkiye'deyken adını bildiğimiz ama hiç karşılaşmadığımız sıçan, tahtakurusu, bit.. Allah kimseyi bunlarla sınamasın kardeş, bizi sınadı, hiç eğlenceli değil!



Bit burda çok sıradan, bitlenmemek garip karşılanıyor nerdeyse. Okuldan her dönem en az bir kez "okulda bitli çocuk var, siz de koruyucu kullanın" diye uyarı mektupları geliyor. Biz ilk tecrübemizi çok acı bir şekilde yaşadığımız için artık çok tedbirliyiz. Birkaç yıl önce Demir kafasını kaşımaya başladı. Bit o kadar aklıma gelmiyor ki, herhalde şampuan alerji yaptı deyip şampuanı değiştirdim. Pek bir fark olmadı ama ben yine uyanamadım. Çocuk bir gün banyodan çıkıp saçı hala ıslakken kafasını kaşıyınca huylu kocam "Gizem bu bitlenmiş olmasın" dedi. Olmasın tabi! Kafasında beyaz miniminicik birşey buldum ama o kadar tanımıyorum ki, resmini çekip anneme gönderdim. Annem de büyük ihtimalle o sirke deyince kendimi en yakın Boots'a attım. Adamlar bit konusunda o kadar gelişmiş(!) ki koca bir reyon 40 çeşit bit şampuanı, ilacı, tarağı, solüsyonu, koruyucusu doluydu. Normalde bit şampuanı haftada bir kullanılırmış. Gözüm dönüp 3 farklı ürünü çocuğun kafasına 3 gün üst üste uyguladım. Neyse ki kafa derisi yanmadan atlattık. Şimdi okuldan her uyarı geldiğinde basıyorum lavanta yağını, bit mit görmüyoruz.



Fare ve sıçan da Londra'da sık görülen hayvan kardeşlerimiz. Metro raylarındaki minik farelerden bir şikayetim yok ama iki yan evde yaşayan komşum bir gün kapımı çalıp "Bahçe kapısını sakın açık tutma, bizim bahçede sıçan var diye ilaçlama yaptırdık, ilaçlamacı, sıçan zehiri görüp yan evlere kaçabilir dedi,o yüzden seni uyarmaya geldim" deyince eyvah dedim. Adam fotoğrafını çekmiş, sıçan demek hafif kalır, bence o Abdurrezzak! Hayvanın parmakları sayabileceğim kadar büyüktü.



Tahtakurusu başka bir hikaye. Allah düşmanımın başına vermesin cinsinden! Ölmüyor arkadaş. Geçen yıl yaz tatili dönüşü eve dönünce tanıştık kendileriyle. Bunlara seyahat böceği denirmiş ve en çok valize tutunup gelirlermiş. İlaçlamacının ilk sorusu "Size valizle gelen oldu mu"ydu. Oldu tabi, misafir geldi yazdan önce. Yazın da ev kapalı kalınca bu arkadaşlar habitatını kurmuş. İlaçlama korkunç pahalı ve yüzde yüz garantili değil. Eşyaları atıp düzenli ilaçlamayla kurtulabildik ama baya travmatik bir süreçti. İlaçlamacının dediğine göre özellikle yaşlı İngilizler çok da takılmıyormuş tahtakurusuna, altı üstü ısırıyor ne olacak diyorlarmış.



Zaten bence İngilizler bizden daha hayvansever! Burdaki bir arkadaşımın örümcek fobisi benimkinden beter. Bahçeyi örümcekler istila edince ev sahibine ilaçlamacı sorma gafletinde bulundu. Ev sahibi "Onlar sadece örümcek, korkma sana birşey yapmazlar, soğukkanlı bir katil gibi örümcekleri katletmeni onaylamıyorum" gibi laflar etmiş. Beddua etmek huyum değildir ama "Eyyy evsahibi, Allah seni örümceklerle sınasın" demek geliyor içimden. Fobi kardeşim bu, mantıklı bir açıklama mı bekliyorsun! Ayrıca bizim alışık olduğumuz Türk tipi ev örümceği, burdakiler kara kıllı bişeyler!

Bu arada bizim kültürümüzde kötü / pis şeyler pek söylenmez, Türkler bitlenmez (!) ama valla burda bitlenmek de böceklenmek de olası. Çok da şey etmemek lazim :D


P.S. Neden Selahattin derseniz, kendisi o kadar büyük ki şöyle ağız dolduran oturaklı bir isim daha uygun olurdu. Mesela ön bahçemizde daha küçüğü, daha samimi ve sempatik görünümlüsü var, onun adı Rıfkı. Önünde ceket iliklemeden "Rıfkı naber ya" deyip geçiyorum.

P.S.2 İsmi Abdurrezzak, Selahattin ya da Rıfkı olan okuyucu varsa, valla isimleri kötü niyetle kullanmadım, nolur alınmayın.

5 Eylül 2019 Perşembe

Tatil sonrası depresyonuna girenler burda mı?

tatil sonrası depresyonu ile ilgili görsel sonucu



Uzun Türkiye tatilinden dönüp ruh hali eşekten düşmüş karpuza dönen sevgili göçmen, merak etme, yalnız değilsin.


Türkiye'nin bütün nimetlerini yaşadın, en güzel denizlerine girdin, en güzel yemeklerini yedin. Tatilin kısacık bile olsa 3 manikür pedikür, 2 kuaför, 5 doktor randevusu ayarladın. En sevdiğin sanatçıların konserleri tam da senin tatilde olduğun beldeye denk geldi, gittin, çok eğlendin. Bütün arkadaşların sana uyacak şekilde program yaptı, kimisiyle uzun zamandır adını duyup bir türlü gidemediğin en şık ve yeni mekanlara gittin, kimisiyle 2-3 günlük tatil kaçamakları yapıp muhabbetin ve alkolün dibine vurdun. Ailenle bol bol zaman geçirdin. Çocukları annelere bırakıp kaçtın. Biraz yalnız zaman geçirip kafanı boşalttın, geçen kışın muhasebesini yaptın, önümüzdeki aylar için planlar yaptın. Bazen hiç konuşmadan sevdiklerinle saatler geçirdin. Bazen de bütün kışın hıncını alırcasına konuşmaktan sesin kısıldı. Buluştuğun herkesin anlattıklarını dinlerken kafan karıştı, "bunu bana kim anlatmıştı" demeye başladın."Zaten vaktim az" deyip heryere taksiyle gittin, yaşadığın ülkenin kuruna çevirip "Ay valla 3 kuruş" dedin. En sevdiğin markaların indirim dönemine denk geldin, alışverişin gözüne vurdun. İlla ki züccaciye ve ev tekstili satan mağazaları gezdin, "Valla bizim oralarda böyle güzel tabak, bardak, havlu yapmıyorlar" dedin. Oturdun deniz kenarında bir restoranda, taze balık ve rakının keyfini çıkardın.Yediğin yemeklerden vicdan azabı duymadın, kalorileri saymadın, büyüyen göbeğe, artan selülite takılmadın.


Yalnız bu rüya hayatı yaşarken bir şeyi unuttun: İşte bunlar hep tatil, hep illüzyon! Her daim Türkiye'de yaşasan böyle olmayacak. Trafiği ve pahalılığı seni boğacak. İşteki kaos, manyak müdür, alınamayan zam seni deli edecek. Arkadaşların her zaman çok müsait olamayacak, onlar da kendi çoluk çocuklarının, hayatlarının akışına dalacak. Çocukların okulu, toplantısı, öğretmenleri, velilerin çılgın whatsapp grupları, bir ev fiyatındaki yıllık okul ücretleri seni senden alacak. Yoğunluktan manikür, kuaför yalan olacak, dip boyan gelecek, tırnaklar zar zor oje görecek. O balıklar hep taze olmayacak, kalamarlar kilo aldıracak !


Haklısın, dönüş yaklaştıkça içini bir sıkıntı bastı, geri dönme fikri zor geldi. Türkiye'de sıfır sorumlulukla yaşarken geri dönüp yüklerini tekrar omuzlamak, çocuklar, ev, iş üçgeninde koşturmak  ve böyle bir tatil için bir yıl bekleyecek olmak hiç işine gelmedi. Ya "böyle bir tatile upuzun bir yıl var" deyip bunalıma gireceksin ya da "sevdiğim şeyleri beklemek ve hayal etmek çok zevkli olduğuna göre bir sonraki tatil için geri sayıma başlayabilirim" diye kendini motive edeceksin. Ben ikinciyi seçtim, geri saymaya ve önümüzdeki yaz tatilini planlayıp hayal kurmaya başladım bile :) Sana da tavsiye ederim.


Şimdi bakış açını değiştirdiysen silkin ve kendine gel, ruh halini topla, geri saymaya başla, bu arada da sağ kalçandaki 8.gamzeni yok etmek için koşuya başla.


Hadi bakayım!

11 Temmuz 2019 Perşembe

Hamburger ve Cola mı, döner ve ayran mı?

Image result for raki balik sofrasi


11 aydan sonra Türkiye'ye gitme vakti yaklaşmışken benim için tabi ki döner ve ayran ve hatta;

Rakı - balık
Girit ezme
Çiğköfte
Midye dolma
Türk kahvaltısı
Her çeşit anne yemeği
Kebap
Rakı - balık
Yeşil zeytin
İçli köfte
Çiğ börek
Taze fındık
Kalamar tava
Rakı - balık
Çöp şiş
Karides söğüş
Patlıcan salatası
Sakşuka
Rakı - balık
İncir
Simit
Kokoreç
Cağ kebap
Buzlu badem
Tulumba tatlısı
Rakı - balık
Lokma
Rakılık Ezine peyniri
Zeytinyağlı barbunya
Midye tava


Tatile Türkiye'ye giden sevgili okuyucu, selametle ve afiyetle.. Bunları yemeden, kilosuna 3-5 kilo eklemeden dönen bizden değildir ! Yazdan sonra görüşmek üzere..

P.S.: Rakı - balık demiş miydim? :)

16 Haziran 2019 Pazar

Kendi ülkemde asla göremeyeceğim aktiviteler!

Buraya geldiğimden beri duyduğum ama gözümle görmediğim için bir türlü idrak edemediğim iki organizasyon vardı ki bu yıl azmettim, ikisini de gördüm. Bir sorun neden gördüm. Hep sizlere burdaki hayatla ilgili fikir versin diye, yoksa benim zerre kadar merak etmişliğim, inanamamışlığım yoktu :P


Organizasyonlardan biri olan "No Trousers" 13 Ocak'ta gerçekleşti. Amerikan kökenli bu organizasyon için insanlar Trafalgar Square'de (giyinik bir şekilde) toplandı ve yürüyerek Piccadilly'e yürüyüp metroya indi. Biz de ailece kalabalıkta yerimizi aldık. Bir ara Demir "Anne ne işimiz var burda, biz soyunmak zorunda değiliz dimi? " diye beni yedi ama sorumlu haberci Cevat Kelle edasıyla yoluma devam ettim. Bütün kalabalık ilk gelen metroya bindi, biz de peşlerinden.. Gruptan birkaç kişiyle aynı kompartmanda olmamıza rağmen kimse soyunmadı, biz de aktivite herhalde daha sonra başlayacak dedik. Gruptakiler ilk durakta inince biz de peşlerinden indik. İndiğimiz gibi de bir sürü külotlu insanla karşılaştık. Meğer aktivitenin lideri yan kompartmanda kalmış, onlar orda soyunmuş, biz aktivitenin başlangıcını kaçırmışız. Önümüzden farklı millet, ırk ve renkte külotlu insanlar geçerken anlatılanların gerçek olduğunu kendi gözümle görmüş oldum. Aktivitenin tek amacı eğlenmekti ve külotlular baya eğleniyordu. Biz de şapşal şapşal "Valla soyundular" diye hayretle bakıyorduk. Bence o sırada en şaşkın olan,  göz hizasındaki onlarca değişik renk ve desenli külot ile Çınar'dı. Olsun ya bir daha nerde görecekti :D






İlk dozu aldığımıza göre ikincisine geçebilirdik! Bu seferki geçen haftasonu gerçekleşti ve daha radikaldi. "Naked Bike Run"!

Amaç trafikte bisiklet kullananların yaşadığı tehlikelere dikkat çekmekti. Çoğu, çıplak vücuduna "Beni şimdi görebiliyor musun!" yazmıştı. Londra'nın farklı noktalarında toplanıp bisiklet sürerek Hyde Park'ta buluştular. Biz nisbeten küçük bir toplanma noktasına gitmemize rağmen hatırı sayılır bir çıplak grubu vardı. Kadını, erkeği, beyazı, zencisi, genci, yaşlısı, o kadar farklı insanı çıplak görmek bünyede ince bir şok yarattı tabi. Öte yandan hayatta cesaret edip de yapamayacağım bir şeyi bu kadar rahatça yapabilmelerine saygı duydum. Sonuçta bir amaçları vardı ve ister beğenin ister beğenmeyin, ister alkışlayın ister kınayın, o amaç için çok radikal bir hareket yapıyorlardı. Bunu yaparken de vücutlarını, şekillerini ve şekilsizliklerini kabul ediyorlardı. Onca seyircinin önünde (kesinlikle moda dergilerinden çıkmamış vücutlarıyla :D) gayet rahat salınıyorlardı. Bu kısmı bence bir alkışı daha hak ediyordu.



Bağzı (!) konularda kültürümüz (!), görgümüz (!) artmış, çeşitli konuları (!)  sorgulayarak alandan ayrıldık!

Hayır yani Türkiye'de Oxford vardı da biz mi gitmedik, Naked Bike Run vardı da biz mi görmedik!

14 Mayıs 2019 Salı

Çok pişmanım

grief ile ilgili görsel sonucu






İki hafta önce şampanya patlatarak sağlığını kutladığımız, güzel güzel sohbet ettiğimiz tatlı komşumuzla o akşam bir fotoğraf çekmediğim için çok pişmanım.



Şimdi yas tutarken ondan kalan bir şeyim olmadığı için, bu acı geçip de "ne tatlı kadındı" diye dönüp bakabileceğim bir resmimiz bile olmadığı için çok pişmanım.



Arnavut ciğeri diye bir yemeği duyup şaşırdığında "ilk yaptığımda sana da getireceğim" deyip hemen ertesi gün yapıp götürmediğim için çok pişmanım.



Bir gün kapımı çalıp beni çaya davet ettiğinde yaptığım işi bırakamayıp onunla çay içmediğim için çok pişmanım.



"Aslında çok severim ama yalnız başımayım, tek kişi için yapmak zor geliyor" dediği, o günden beri  her yaptığımda ona da götürdüğüm lazanyayı daha da sık yapmadığım için çok pişmanım.



Eileen'i en son geçen Pazartesi gördüm, kapının önünde ayak üstü sohbet ettik, şakalaştık, güldük. Perşembe günü bir arkadaşıyla şehir dışına gitmiş ve orada beyin kanaması geçirmiş, o günden beri hastanede komadaydı. Az önce oğlu bir mesajla vefat ettiğini bildirdi. Ona dair pek çok "iyi ki"m olsa da şu an acıyla sadece"keşke"ler geliyor.



Kalp, belki de kendi toprağından uzak olunca kendine kucak açana daha çabuk bağlanıyor da o yüzden şimdi bu kadar acıyor.

9 Mayıs 2019 Perşembe

Hayaller Kate, gerçekler Meghan :)












meghan after birth ile ilgili görsel sonucu    kate after birth ile ilgili görsel sonucu




Ey Analar, toplaşın, bir şey soracağım.




Doğum yaptıktan sonra Kate miydiniz Meghan mı? Kate idiyseniz az görüşelim!




Malum yeni Royal Baby'miz geldi, mutluyuz, gururluyuz.



Bu Meghan gelin adayı olduktan sonra İngiliz medyası Kate ile Meghan'ı baya yarıştırdı. Halk bile Meghancılar ve Kateciler olmak üzere ikiye bölündü. Bazı gazeteler Meghan'ı göklere çıkarırken Kate'ci gazeteler kadını yerden yere vurdu. Eltilerin arasına gazeteler bol bol nifak tohumu serpti.



Ben şahsen ne Kate'ci ne de Meghan'cıydım ta ki Meghan doğurana kadar..



Şimdi bu güzel Kate ablamız doğurup birkaç saat sonra halkı selamlarken karnı dümdüz, yüzü pek güleç, saçı, makyajı, keyfi yerinde kameralara el sallıyordu. O halini görüp "Bu yeni doğum yapmış kadınsa ben doğum yaptığımda neydim acaba" diye düşünmedim değil. Sanki kadının çocuğunu taşıyıcı anne doğurmuş, o doğurunca Kate alıp kameralara poz vermiş ya da yeni doğurmuş arkadaşının bebeğini "Bi tur versene, kameralara poz verip geri vereceğim" diye ödünç almış gibiydi. İnsan olan doğurur doğurmaz böyle gözükemezdi! Bu vicdansızlıktı, zalimlikti, insafsızlıktı! Bu Kate gerçek olamazdı!



Gerçek doğum, doğurduktan sonra bir süre kendine gelememekti. Epidural sezaryen sırasında tansiyonum aşırı düşünce anestezistin dünyanın sakinleştiricisini enjekte etmesiydi. O sakinleştiricinin bende bir büyük rakı içmiş etkisi yaratmasıydı. O kafayla doktorun zor koşullarda karnımdan çıkardığı ve büyük bir rahatlamayla "Tosun da geldiiii" diye  mutlu mutlu bana gösterdiği, göbek bağımız hala kesilmemiş olan oğlumu çok çirkin bulup "Ayyy bu çok çirkin yaa" demekti. Doktor dehşetle bana bakarken soğukkanlı ve aklıselim eşimin bir porsiyon döner kestirir bir edayla "Abi sen Gizem'e bakma, kafası güzel, kes kes" demesiydi (O noktadan sonra içeri geri koyma opsiyonu varmış gibi!) Benim o ilaçların etkisiyle baya sarhoş muhabetti yapmamdı. Doktoru o kafayla "Yedi katı da dikin, malzemeden çalmayın, ilk ve son dikişleri büzük yapmayın, sentetik ip mi organik mi kullanıyorsunuz" diye sorgulamaktı. Ayılma odasında kendime gelmeye çalışırken aynı zamanda doğum yaptığım, karşı yataktaki taze anneyle arkadaş olmamdı. Odaya geldiğimi yarı hatırlayıp yarı hatırlamamaktı. Babamın merakla karnıma bakıp "Kesin içerde bir bebek daha var, unuttular almayı, doğuma girdiğinden daha göbekli çıktın" demesiydi. Bunun mümkün olmadığına ikna olmadığı için doktor kontrole geldiğinde bu endişesini doktorla da paylaşmasıydı. Bebeği emzirmeye çalışırken çektiğim acıydı. En önemli mevzunun gaz çıkarmak olmasıydı. Sırf o gazı çıkarabilmek koridorda volta atmaktı,yeni doğum yapmış annelere "Sende skor var mı?" diye sormaktı, gaz çıkarabileni gönülden tebrik etmekti. Diğer taze annelerle süt arttırıcı, gaz çıkartıcı bitkisel çözümler paylaşmaktı. Hem dikiş yerleri, hem gaz sancısı hem de emzirmeye adapte olmaya çalışan meme acısıydı. Saçım başım dağılmış, şaftım kaymıştı. O yüzden bence Kate şaka, Meghan gerçekti!


Meghan doğumun ikici gününde çıktı göbeğini gere gere, yüzünde yorgun ve mutlu bir ifadeyle kameralara poz verdi. Bazı gazeteler "Meghan hala hamile gibi gözüküyor" diye kadını eleştirdiyse de ben bayıldım bu duruma. Yeni doğum yapmış kadına "hala göbekli" diyenlere çok pis dalasım olduğundan o haberlere pis pis gülüp Meghan'ı çok takdir ettim.

Oh be doğumdan sonra böyle insan içine çıkılabiliyordu demek, doğumdan manken gibi çıkmasak da oluyordu. Bir sürü yeni şeye alışmaya çalışırken bir de göbeğimizi kafaya takmamak mümkün müydü yani? Eh göbekler de bir ara küçülürdü artık! O yeni doğum yapmış annelere vicdan azabı olan çevre baskısı da anasını alıp gitsindi, taze anneler bundan böyle Meghan Markle'ın askerleriydi!






30 Nisan 2019 Salı

Kültür Farkı Vol 9578346986385

Drawing of an British Gentleman and an tribal chief meeting and thinking "freak"




Kültür farkı üzerine sanırım on yüz bin milyon yazı yazabilirim. Yazmayayım diyorum hop bir şey oluveriyor ben de kendimi yazmaktan alıkoyamıyorum. 

Bu sefer konu İngiliz komşumla alakalı.

Komşum 80-85 yaş arasında, yalnız yaşayan, her sabah makyajını yapıp ev ayakkabılarını giyen, kendi alışverisini kendi yapan, arabasını kullanan, haftada bir gün charity shopta çalışan, printer, laptop,akıllı telefon gibi her türlü teknolojik icadı kullanan, evde tek başına televizyon karşısında kucağında tepsisi, elinde çatal bıçağıyla salatasını yiyen bir İngiliz.

Hoşuna gideni de gitmeyeni de açıkça söyleyen, arada İngiliz usulu alttan alttan laf dokunduran bir teyze. (Benim bahçıvan baya iyi, size de gelsin bir ara istersen, benim üst kattan bahçene baktım, biraz bakıma ihtiyacı var)  Bizim park yerimize arkadaşımız park etti diye (arkadaşımız olduğunu bilmeden) arabanın üstüne “burası özel otopark lütfen arabanızı çekin” notları yazan teyze.

Tanıştığımızdan beri Türkiye dönüşlerinde lokum ile, Christmas zamanı kart ve çikolata ile, evde değişik bir yemek yaptıysam bir tabak yemekle, içimden geldikçe de çiçekle kapısını çaldığım teyze.

Hiçbir Easter ve Christmas’ı atlamayan, iki çocuğuma ayrı ayrı çikolata, bize de kart getiren teyze..

Geçen perşembe  güzel güzel giyinmiş ve makyajini yapmış bir şekilde kapımı çaldı ve ertesi gün park yerimize oglunun arabasını park etmek için izin istedi. Oğlunun kendisini doktora götüreceğini söyledi. Neyin var, rutin kontrol mü derken meme kanseri deyiverdi. Donup kaldım, teşhis kondu mu dedim, ben öyle hissediyorum, yaşlı bir kadınım, daha ne kadar yaşayacağım ki dedi. Sesi titredi, gözleri doldu ve “Kocamın mezarını ziyarete gidiyorum” deyip ağladığını görmeyeyim diye arkasını dönüp hızlı hızlı gitti.

Aldı mı beni bir dert. Yaşlı ve yalnız kadın, bütün gün kurup kurup kendini daha da çok üzecek, ne yapsam, nasıl keyiflendirsem, akşam yemeğe mi çağırsam yoksa yalnız mı kalmak ister, sana geldim desem, dikkatini dağıtmak için sohbet etsem, ya şu anda kimseyi istemiyorsa, çiçek mi alsam, kültürel olarak yanlış anlaşılır mı, çikolata mi götürsem..

Türkiye’de olsam ne kadar kolay halbuki, bana derdini açtığına göre desteğe ihtiyaci vardır, yanında otururum, dikkatini dağıtacak muhabbetler açarım, korkularıyla ilgili konuşmak istiyorsa dinlerim, tavsiye istiyorsa veririm, doktor istiyorsa araştırırım, ağlarsa mendil veririm..

Birkaç saat düşündükten sonra şampanya almaya karar verdim. Akşam kapısını çaldığımda öğlen ağlayarak uzaklaşan komşumdan eser yoktu. “Bugün bana ne oldu da öyle davrandım hiç bilmiyorum, çok özür dilerim, şu an yaptığımdan çok utanç duyuyorum, ben mütevekkil bir kadınım (yazar cümlenin gelişinden mütevekkil dediğini anladı yoksa kelimenin İngilizcesini o vakte kadar  bilmiyordu) ne olacaksa olacak, büyütmeye ve sana bu şekilde yük olmaya hakkım yoktu" dedi.

Ben elimde şampanya ağzım açık kalakalıyordum  ki genlerimdeki duygularını dolu dolu yaşayan Türk şaha kalktı. Kültür farkı da bir yere kadardı!

Yahu dedim sen ne dediğinin farkında mısın, bir şeyden korkmuşsun, beni bunu paylaşabileceğin biri olarak görmüşsün, bunun için özür dilenir mi, utanılır mı. Hepimiz insaniz ve duygularımızı, korkularımızı paylaşmaya ihtiyaç duyarız,bunun neresi yanlış ki. Bizim kültürümüzde komşuluk akrabalık gibidir, sen bizim için sadece yan evde oturan teyze değilsin ki. Ayrıca komşuluğun benim için apayrı bir anlamı var. Ben doğduğum apartmandan gelin çıktım, 25 sene aynı insanlarla aynı apartmanda yasadım. Sokakta oyun oynarken susayınca 3.kata cikmak zor geldiği icin giriş kattaki komşuların kapısını calıp su isterdim ben. Bizim evdeki yasaklara kızıp nüfus cüzdanımı alıp “Ben artık onlarin kızı olucam” diye karsı komşumuz Nesrin Teyzemle Metin Amcama yerleşmişliğim var. Çocukken en harika ve özgün(!) bestelerimi Metin Amcama söylerdim ben. 4 yaşındayken gazeteyi baş aşağı tuttuğunda okuyabildiğimi fark edip koşa koşa anneme “senin bu kızın çok cadı, çok akıllı”deyişi hala gözümün önünde. Nesrin Teyzenin misafir günüyse akşama doğru kapısını çalıp “ben çok açım” derdim ben. Komşuluk böyle bir şeydi çünkü. Iyiyi de kötüyü de misafirden artan keki poğaçayı da paylaşmaktı. Okuldan geldiğimde annem evde olmasa da Ayse Teyze'ye gitsem, o da bana sosisli yapsa derdim. Benim ergenlik terelellilerimi Sibel Ablam sakinleştirirdi mesela. Universite sınavı zamanı hiç çözmek istemediğim testi Yusuf Abi ve Sibel Ablayla yarışarak hep beraber çözmüştük. Komşu degildi ki onlar, akrabadan yakındı. Simdi sen gelmiş özür diliyorsun, kusura bakma ben kültürüm gereği bunu anlayamıyorum. Sana bu şampanyayı getirdim ama bana bir söz vermeni istiyorum, bunu şimdi içme, doktor çok sağlıklı olduğunu söylediğinde kutlamak icin beraber içeceğiz dedim. 2 dakika önce kuyruğu dik tutan komşum birden bana sımsıkı sarılıp ağlamaya başladı.

Eeeeeyyy soğukkanlı ve duygu kontrolü konusunda uzman Ingiliz tavrı, seni bile dize getiririm Akdenizli kanımla!!

P.S. Cuma akşamı korka korka kapısını çaldım, dedi ki “Göğüslerim yarı yaşımdakilerinki kadar sağlıklıymış, önümüzdeki hafta bir akşam şampanyayı içmeye bekliyorum” . Bu hafta bir akşam komşumun sağlıklı memelerine kaldıracağız kadehleri J

 P.S.2 Bu yazıyı okursa Nesrin Teyzem ve Sibel Ablam ağlar, Metin Amcamın gözleri nemlenir, "Ah bu deli kız" der , Yusuf Abim de bunları hiç okumamış gibi yapar :) 

P.S.3 Bazı okurlardan Türkçe karakter kullanmadığım için okumakta zorluk çektikleri yorumu geldi. Ben de rahatsızdım ve Türkçe klavye indirip yazıdaki tüm Türkçe karakterleri tek tek düzelttim. Yazmam yarım saat, Türkçe karakterlere değiştirmem 2.5 saat sürdü. Affınıza sığınarak bir daha böyle bir çılgınlık yapamayacağımı belirtmek isterim. Çoluk çocuk yemek bekler ;)

1 Nisan 2019 Pazartesi

Ağzımızla içersek !


sarhoş ile ilgili görsel sonucu



Bu İngilizler pek de ağızlarıyla içmiyor.

Bir kere çok fazla içiyorlar, çoğunlukla aç karnına içiyorlar ve uzun süre içiyorlar. Genellikle Perşembe akşamı içiyorlar ki akşamdan kalma halleri ertesi gün ofiste geçsin. Tabi bu Cuma, Cumartesi içmelerine mani olmuyor. Annem burda oldugu için çocukları ona bırakıp sizler için gözlem yapmak amacıyla birkaç gece dışarı çıktım ( Yoksa kocamla başbaşa zaman geçirmek ya da arkadaşlarımla sosyalleşmek gibi amaçlarım yoktu :P ) Buyrun burdan okuyun..

Cuma günü Bank'e gidip de publardan sokaklara taşmış bir sürü insan görünce insanların güneşli hava sebebiyle dışarda olduklarını düşündüm meğer insanlar Cuma günü öğleden itibaren içmeye başlıyormuş. Cuma öğleden sonra ofise pek dönen / dönebilen olmuyormuş.

Genç ve toy olsalar içmeyi bilmiyorlar diyeceğim, koca koca adamlar kendilerini kaybedecek kadar çok içiyor. Cuma gece 11 civarı arkadaşlarımızla eve dönerken duvara tutunmaya çalışan, 55 yaş civarı bir adam gördük. Önce sarhoş mu acaba dedik, adam dizlerinin üstüne çökünce kalp krizi falan geçirdiğini düşündük. Yardım ister mi diye sorunca sarhoş olduğunu anladık. Taksi çevirip bindirsek dedik ama adamın yerden kalkacak hali olmadığı gibi secde pozisyonuna geçti. Ambulans çağırmayı düşündük ama uzun zamandır burda yaşayan bir arkadaşımız sarhoş olduğu için ambulans çağırırsak ambulansın bize çok kızacağını söyledi. Çaresizce ne yapacağımızı düşünürken yoldan geçen bir İngiliz spor hocası yardım edip edemeyeceğini sordu. Nasıl çaresiz gözüktüysek artık! Adama sarhoş olup olmadığını sordu ve yan yatmasını söyledi. Yardımsız ayağa kalkamazsa taksiler almazmış meğer. Bundan sonrasını ben hallederim siz gidebilirsiniz deyince sarılıp adamı öpesim geldi. Türkiye'de olsak beş dakikada çözebileceğimiz durum karşısında çaresiz kalmak gerçekten çok rahatsız ediciydi.

İşin ilginç yanı içseler de kendilerinden geçseler de kibarlıklarından birşey kaybetmemeleri.

Bir kız arkadaşımla yemek yerken bir adam yanımızdan geçerek tuvalete gitti. Daha akşam 8 olmasına rağmen amca (evet bu da  60 yaşlarındaydı) yalpalayarak yürüyordu. Biz arkadaşımla '' Daha bu saatte bitmiş amca'' derken amca tuvaletten döndü ve bir şeyler söyledi. Dili o kadar çok dolanıyordu ki hiçbir şey anlamadık. Bir süre daha yanımızda dikilip  konuşmaya devam etti. Meğer bize şarap ısmarlamak istiyormuş. İstemediğimizi söyleyince  bizi rahatsız ettiği için çok samimi bir şekilde özür dileyerek yanımızdan ayrıldı. E ama ben buna hiç alışık değildim ki! Türkiye'de olsak yüksek ihtimalle bize yaklaşan sarhoş adam ısrar eder, keyfimizi kaçırır, başımızda (!) erkek olmadığı için bizi rahatsız etmeyi hak görürdü. Ne de olsa kadın hayır diyorsa aslında belki diyordur diye saçma bir inanış vardı!

Başka bir gece saat 12 civarı Ayhan ile bindiğimiz otobüse bu sefer 65 yaşlarında biri bindi. Otobüsün daracık koridorunda kavisler çizerek bir koltuğa oturmayı başardı. İneceği durağa geldiğinde şoföre teşekkür edip iyi geceler dileyerek indi. Otobüsten indiğinde hala düz yürüyemiyordu ama bu halde bile nezaketinden vazgeçmiyordu.

Adamlara parmak sallayıp :

''Sizin yaşınızdakiler dede olmuş, torun tombalak büyütüyor siz hala publarda barlarda!''
''Hem sizin şekeriniz tansiyonunuz yok mu!''
''Yaşıtların yazlığının bahçesine domates, biber dikiyor sen hala alkol peşinde!''
''İçki şişede durduğu gibi durmaz!''
''Alkol kötülüklerin anasıdır!''
''50 yaşında içip içip sapıtacağına evinde efendi efendi otursana!''
''Ağzımızla içersek!'' diyesim geldi ama o kibarlıklarının hatrına hepsini içime attım.

 Cheers!

26 Mart 2019 Salı

Kutlama, takdir, iltifat, elestiri..

applause ile ilgili görsel sonucu

En son neyi kutladiniz? Ne siklikta kutlama yapiyorsunuz? Neleri kutluyorsunuz?
En son neyi/ kimi hangi konuda takdir ettiniz?
En son kime iltifat ettiniz?
Kutlama, takdir ve iltifatta mi yoksa elestiride mi daha comertsiniz?

Bu sorulara 60 saniye icinde cevap verebildiyseniz lutfen tebriklerimi kabul edin ve siradaki soruyla devam edin.

Takdir, kutlama, iltifat, elestiri kulturel aliskanliklar mi yoksa tamamen kisisel mi?


Kutlama

Benim bu konuda ciddi bir beceriksizligim var. Isin acisi Ingiltere'ye tasinana kadar bunun farkinda bile degildim. Bir hedefe ulasilmasi gerekiyorsa o hedefe ulasana kadar tum gucumu kullanir istedigim sonuca ulasinca da "zaten boyle olmasi gerekiyordu, takdir edecek, kutlayacak ne var ki" derdim. Hatta derdik. (Kocam da benim gibi arizali bu konuda :)
Ne zaman ki burda yasamaya basladik insanlarin herseyi kutladigini gordum. Once cok anlamsiz geldi, sonra sorgulamaya basladim, sonunda da benim bu konuda ciddi bir eksigim oldugunu fark ettim.  Christmas, Paskalya, Anneler Gunu, Babalar Gunu, Halloween, mac donemi derken butun yil birseyleri kutlayarak geciyor. Kirtasiyelerde sadece kutlamalar icin ayri kart bolumleri var. Kutlamalarda verilmek uzere ozel cikolata (Celebrations) bile yapmis adamlar.
Dun aksam Ayhan son 6 ay icinde kutlama yapmamiz gerekip de kutlamadigimiz 9 farkli konuyu listeleyince kendimizi bu konuda egitmemiz gerektigimize iyice ikna olduk.

Takdir

Buraya tasindiktan sonra burdaki insanlar "Iki cocukla sifirdan is kurarak ulke ve hayat mi degistirdiniz, bravo", Turkiye'deki arkadaslarim  "Siz ne basardiginizin farkinda misiniz?" demeye basladi. "Yahu bunda buyutecek ne var ki, amacimiz goc edip duzeni oturtmakti, zorlandik ama oldu iste"derken buldum kendimi. Hadi ben kendimi takdir edemiyorum, bari baskalari takdir ettiginde farkina varayim, I-ih!
Ben ulke ve hayat degistirmeyi takdir etmezken bir baktim burda insanlar en ufak seyi bile takdir ediyor.
Direksiyon hocam doner kavsaktan dogru sekilde dondugum icin arabada konfeti patlatacakti nerdeyse. Yahu ben Turkiye'de 15 senedir araba kullaniyordum zaten, araba kullanmayi bilmiyor degilim ki, simdi  dogru dondum diye bu kadar tezahurata ne gerek var :) Hayir bunu bu kadar takdir ediyorsa direksiyon sinavini gecince ne yapacak acaba diye dusunmedim degil (neyse ki o kismini cok abartmadi, 15 dakika boyunca 30 kere aferin, cok iyiydi, basardin, becerdin, tebrikler dedi durdu :)


Iltifat

En comert olduklari konulardan biri iltifat ve yureklendirici sozler.
Okuldan Ingiliz bir veli "Your English is exceptional" dediginde saka yaptigini dusunmustum. Anadilim olmayan bir dili nasil exceptional konusabilirdim ki! Ingilizce'de tecahul-i arif ya da tesbih-i belig yapamadigim surece o Ingilizce "exceptional" olamaz ki!
Cocuklari daha da cok takdir ediyorlar ve bas laflari "Well done" ve "Good Boy/Girl". Gerci bizim "affffeeerrriiinnn annesinin akilli, tatli, balli kuzusuna," sicakliginda degil ama en azindan frekansi yuksek :) Az once Cinar iki tekerlekli bisiklete biniyor diye yanindan gecen teyze "Aferin sana, harika biniyorsun" dedi mesela, bunu duyan Cinar daha da sevkle bindi bisikletine.

Elestiri

Ozellikle ogretmenlerin tutumlarini gordukce hala cok sasiriyorum. Elestirmek ya da negatif bir sey soylemek yerine hep pozitifin altini ciziyorlar.
Gecen hafta Cinar'in sinif gezisi vardi. Istasyonda beklerken (evet cocuklar geziye ozel servislerle degil toplu tasima ile goturuluyor) cocuklar baska bir trene el sallayip bagirarak gurultu yaptilar (zaten tren istasyonundayiz, gurultulu bir yer, cocuklar eglendi, bagirdi, ne var ki bunda). Tren gittikten sonra ogretmen gayet sakin bir tonda "Trenimizi beklerken sizden beklenen davranis nedir" diye sordu. 5 yasindaki cocuklar parmak kaldirarak soz aldi ve "sessizce beklemek, el sallamak, ziplamamak, bagirmamak" dediler. Ogretmen "Bir sonraki tren gecerken beklenen davranisi sergilemenizi bekliyorum"dedi. Sonraki tren gecerken cocuklar gayet sakin kaldilar, bagirmadilar, kibar kibar el salladilar. Ogretmen "Beklenen davranisi gosterdiginiz icin aferin" dedi. Cocuklar magrur magrur gulumserken biz iki veli, ogretmeni bize cocuk egitimi konusunda ders vermesi konusunda ikna etmeye calisiyorduk :)

Neyse, izninizle ben listemdeki 9 maddeden birkacini kutlamaya gidiyorum, sizlere de kutlama, takdir, iltifatta bolluk, elestiride yokluk icinde oldugunuz gunler diliyorum :))