30 Nisan 2019 Salı

Kültür Farkı Vol 9578346986385

Drawing of an British Gentleman and an tribal chief meeting and thinking "freak"




Kültür farkı üzerine sanırım on yüz bin milyon yazı yazabilirim. Yazmayayım diyorum hop bir şey oluveriyor ben de kendimi yazmaktan alıkoyamıyorum. 

Bu sefer konu İngiliz komşumla alakalı.

Komşum 80-85 yaş arasında, yalnız yaşayan, her sabah makyajını yapıp ev ayakkabılarını giyen, kendi alışverisini kendi yapan, arabasını kullanan, haftada bir gün charity shopta çalışan, printer, laptop,akıllı telefon gibi her türlü teknolojik icadı kullanan, evde tek başına televizyon karşısında kucağında tepsisi, elinde çatal bıçağıyla salatasını yiyen bir İngiliz.

Hoşuna gideni de gitmeyeni de açıkça söyleyen, arada İngiliz usulu alttan alttan laf dokunduran bir teyze. (Benim bahçıvan baya iyi, size de gelsin bir ara istersen, benim üst kattan bahçene baktım, biraz bakıma ihtiyacı var)  Bizim park yerimize arkadaşımız park etti diye (arkadaşımız olduğunu bilmeden) arabanın üstüne “burası özel otopark lütfen arabanızı çekin” notları yazan teyze.

Tanıştığımızdan beri Türkiye dönüşlerinde lokum ile, Christmas zamanı kart ve çikolata ile, evde değişik bir yemek yaptıysam bir tabak yemekle, içimden geldikçe de çiçekle kapısını çaldığım teyze.

Hiçbir Easter ve Christmas’ı atlamayan, iki çocuğuma ayrı ayrı çikolata, bize de kart getiren teyze..

Geçen perşembe  güzel güzel giyinmiş ve makyajini yapmış bir şekilde kapımı çaldı ve ertesi gün park yerimize oglunun arabasını park etmek için izin istedi. Oğlunun kendisini doktora götüreceğini söyledi. Neyin var, rutin kontrol mü derken meme kanseri deyiverdi. Donup kaldım, teşhis kondu mu dedim, ben öyle hissediyorum, yaşlı bir kadınım, daha ne kadar yaşayacağım ki dedi. Sesi titredi, gözleri doldu ve “Kocamın mezarını ziyarete gidiyorum” deyip ağladığını görmeyeyim diye arkasını dönüp hızlı hızlı gitti.

Aldı mı beni bir dert. Yaşlı ve yalnız kadın, bütün gün kurup kurup kendini daha da çok üzecek, ne yapsam, nasıl keyiflendirsem, akşam yemeğe mi çağırsam yoksa yalnız mı kalmak ister, sana geldim desem, dikkatini dağıtmak için sohbet etsem, ya şu anda kimseyi istemiyorsa, çiçek mi alsam, kültürel olarak yanlış anlaşılır mı, çikolata mi götürsem..

Türkiye’de olsam ne kadar kolay halbuki, bana derdini açtığına göre desteğe ihtiyaci vardır, yanında otururum, dikkatini dağıtacak muhabbetler açarım, korkularıyla ilgili konuşmak istiyorsa dinlerim, tavsiye istiyorsa veririm, doktor istiyorsa araştırırım, ağlarsa mendil veririm..

Birkaç saat düşündükten sonra şampanya almaya karar verdim. Akşam kapısını çaldığımda öğlen ağlayarak uzaklaşan komşumdan eser yoktu. “Bugün bana ne oldu da öyle davrandım hiç bilmiyorum, çok özür dilerim, şu an yaptığımdan çok utanç duyuyorum, ben mütevekkil bir kadınım (yazar cümlenin gelişinden mütevekkil dediğini anladı yoksa kelimenin İngilizcesini o vakte kadar  bilmiyordu) ne olacaksa olacak, büyütmeye ve sana bu şekilde yük olmaya hakkım yoktu" dedi.

Ben elimde şampanya ağzım açık kalakalıyordum  ki genlerimdeki duygularını dolu dolu yaşayan Türk şaha kalktı. Kültür farkı da bir yere kadardı!

Yahu dedim sen ne dediğinin farkında mısın, bir şeyden korkmuşsun, beni bunu paylaşabileceğin biri olarak görmüşsün, bunun için özür dilenir mi, utanılır mı. Hepimiz insaniz ve duygularımızı, korkularımızı paylaşmaya ihtiyaç duyarız,bunun neresi yanlış ki. Bizim kültürümüzde komşuluk akrabalık gibidir, sen bizim için sadece yan evde oturan teyze değilsin ki. Ayrıca komşuluğun benim için apayrı bir anlamı var. Ben doğduğum apartmandan gelin çıktım, 25 sene aynı insanlarla aynı apartmanda yasadım. Sokakta oyun oynarken susayınca 3.kata cikmak zor geldiği icin giriş kattaki komşuların kapısını calıp su isterdim ben. Bizim evdeki yasaklara kızıp nüfus cüzdanımı alıp “Ben artık onlarin kızı olucam” diye karsı komşumuz Nesrin Teyzemle Metin Amcama yerleşmişliğim var. Çocukken en harika ve özgün(!) bestelerimi Metin Amcama söylerdim ben. 4 yaşındayken gazeteyi baş aşağı tuttuğunda okuyabildiğimi fark edip koşa koşa anneme “senin bu kızın çok cadı, çok akıllı”deyişi hala gözümün önünde. Nesrin Teyzenin misafir günüyse akşama doğru kapısını çalıp “ben çok açım” derdim ben. Komşuluk böyle bir şeydi çünkü. Iyiyi de kötüyü de misafirden artan keki poğaçayı da paylaşmaktı. Okuldan geldiğimde annem evde olmasa da Ayse Teyze'ye gitsem, o da bana sosisli yapsa derdim. Benim ergenlik terelellilerimi Sibel Ablam sakinleştirirdi mesela. Universite sınavı zamanı hiç çözmek istemediğim testi Yusuf Abi ve Sibel Ablayla yarışarak hep beraber çözmüştük. Komşu degildi ki onlar, akrabadan yakındı. Simdi sen gelmiş özür diliyorsun, kusura bakma ben kültürüm gereği bunu anlayamıyorum. Sana bu şampanyayı getirdim ama bana bir söz vermeni istiyorum, bunu şimdi içme, doktor çok sağlıklı olduğunu söylediğinde kutlamak icin beraber içeceğiz dedim. 2 dakika önce kuyruğu dik tutan komşum birden bana sımsıkı sarılıp ağlamaya başladı.

Eeeeeyyy soğukkanlı ve duygu kontrolü konusunda uzman Ingiliz tavrı, seni bile dize getiririm Akdenizli kanımla!!

P.S. Cuma akşamı korka korka kapısını çaldım, dedi ki “Göğüslerim yarı yaşımdakilerinki kadar sağlıklıymış, önümüzdeki hafta bir akşam şampanyayı içmeye bekliyorum” . Bu hafta bir akşam komşumun sağlıklı memelerine kaldıracağız kadehleri J

 P.S.2 Bu yazıyı okursa Nesrin Teyzem ve Sibel Ablam ağlar, Metin Amcamın gözleri nemlenir, "Ah bu deli kız" der , Yusuf Abim de bunları hiç okumamış gibi yapar :) 

P.S.3 Bazı okurlardan Türkçe karakter kullanmadığım için okumakta zorluk çektikleri yorumu geldi. Ben de rahatsızdım ve Türkçe klavye indirip yazıdaki tüm Türkçe karakterleri tek tek düzelttim. Yazmam yarım saat, Türkçe karakterlere değiştirmem 2.5 saat sürdü. Affınıza sığınarak bir daha böyle bir çılgınlık yapamayacağımı belirtmek isterim. Çoluk çocuk yemek bekler ;)

1 Nisan 2019 Pazartesi

Ağzımızla içersek !


sarhoş ile ilgili görsel sonucu



Bu İngilizler pek de ağızlarıyla içmiyor.

Bir kere çok fazla içiyorlar, çoğunlukla aç karnına içiyorlar ve uzun süre içiyorlar. Genellikle Perşembe akşamı içiyorlar ki akşamdan kalma halleri ertesi gün ofiste geçsin. Tabi bu Cuma, Cumartesi içmelerine mani olmuyor. Annem burda oldugu için çocukları ona bırakıp sizler için gözlem yapmak amacıyla birkaç gece dışarı çıktım ( Yoksa kocamla başbaşa zaman geçirmek ya da arkadaşlarımla sosyalleşmek gibi amaçlarım yoktu :P ) Buyrun burdan okuyun..

Cuma günü Bank'e gidip de publardan sokaklara taşmış bir sürü insan görünce insanların güneşli hava sebebiyle dışarda olduklarını düşündüm meğer insanlar Cuma günü öğleden itibaren içmeye başlıyormuş. Cuma öğleden sonra ofise pek dönen / dönebilen olmuyormuş.

Genç ve toy olsalar içmeyi bilmiyorlar diyeceğim, koca koca adamlar kendilerini kaybedecek kadar çok içiyor. Cuma gece 11 civarı arkadaşlarımızla eve dönerken duvara tutunmaya çalışan, 55 yaş civarı bir adam gördük. Önce sarhoş mu acaba dedik, adam dizlerinin üstüne çökünce kalp krizi falan geçirdiğini düşündük. Yardım ister mi diye sorunca sarhoş olduğunu anladık. Taksi çevirip bindirsek dedik ama adamın yerden kalkacak hali olmadığı gibi secde pozisyonuna geçti. Ambulans çağırmayı düşündük ama uzun zamandır burda yaşayan bir arkadaşımız sarhoş olduğu için ambulans çağırırsak ambulansın bize çok kızacağını söyledi. Çaresizce ne yapacağımızı düşünürken yoldan geçen bir İngiliz spor hocası yardım edip edemeyeceğini sordu. Nasıl çaresiz gözüktüysek artık! Adama sarhoş olup olmadığını sordu ve yan yatmasını söyledi. Yardımsız ayağa kalkamazsa taksiler almazmış meğer. Bundan sonrasını ben hallederim siz gidebilirsiniz deyince sarılıp adamı öpesim geldi. Türkiye'de olsak beş dakikada çözebileceğimiz durum karşısında çaresiz kalmak gerçekten çok rahatsız ediciydi.

İşin ilginç yanı içseler de kendilerinden geçseler de kibarlıklarından birşey kaybetmemeleri.

Bir kız arkadaşımla yemek yerken bir adam yanımızdan geçerek tuvalete gitti. Daha akşam 8 olmasına rağmen amca (evet bu da  60 yaşlarındaydı) yalpalayarak yürüyordu. Biz arkadaşımla '' Daha bu saatte bitmiş amca'' derken amca tuvaletten döndü ve bir şeyler söyledi. Dili o kadar çok dolanıyordu ki hiçbir şey anlamadık. Bir süre daha yanımızda dikilip  konuşmaya devam etti. Meğer bize şarap ısmarlamak istiyormuş. İstemediğimizi söyleyince  bizi rahatsız ettiği için çok samimi bir şekilde özür dileyerek yanımızdan ayrıldı. E ama ben buna hiç alışık değildim ki! Türkiye'de olsak yüksek ihtimalle bize yaklaşan sarhoş adam ısrar eder, keyfimizi kaçırır, başımızda (!) erkek olmadığı için bizi rahatsız etmeyi hak görürdü. Ne de olsa kadın hayır diyorsa aslında belki diyordur diye saçma bir inanış vardı!

Başka bir gece saat 12 civarı Ayhan ile bindiğimiz otobüse bu sefer 65 yaşlarında biri bindi. Otobüsün daracık koridorunda kavisler çizerek bir koltuğa oturmayı başardı. İneceği durağa geldiğinde şoföre teşekkür edip iyi geceler dileyerek indi. Otobüsten indiğinde hala düz yürüyemiyordu ama bu halde bile nezaketinden vazgeçmiyordu.

Adamlara parmak sallayıp :

''Sizin yaşınızdakiler dede olmuş, torun tombalak büyütüyor siz hala publarda barlarda!''
''Hem sizin şekeriniz tansiyonunuz yok mu!''
''Yaşıtların yazlığının bahçesine domates, biber dikiyor sen hala alkol peşinde!''
''İçki şişede durduğu gibi durmaz!''
''Alkol kötülüklerin anasıdır!''
''50 yaşında içip içip sapıtacağına evinde efendi efendi otursana!''
''Ağzımızla içersek!'' diyesim geldi ama o kibarlıklarının hatrına hepsini içime attım.

 Cheers!