20 Mayıs 2022 Cuma

İngiltere'nin Büyük Eksikliği! Şok Şok Şok!

İnsan burdaki her deneyiminden yeni bir şey öğreniyor valla. Yeni ders konumuz İngiltere'de oy vermek, vardığım sonuç "Bizden öğrenecekleri çok şey var!"


2 hafta önce burda ilk kez oy verdik. Reşit olduğumdan beri oy veririm, ilk kez böyle bir oy verme şekli gördüm ve anladım ki bu İngilizler oy vermeyi bilmiyor. Bundan daha büyük eksiklik olabilir mi!!


Daha önce burda oy veren arkadaşlarım başkasının yerine oy verilebildiğini, oyun postayla verilebildigini hatta oy verirken kimlik gerekmediğini ve oyun kurşun kalem kullanıldığını söylemişti ama bunlar bana hep sürreel bir hikaye gibi gelmişti. Hepsi gerçekmiş meğer!



Seçimden bir kaç ay önce eve postayla Poll Card denen, üzerinde adımız, adresimiz ve oy vereceğimiz yerin bilgilerinin olduğu kart geldi. Üzerinde de " Oy vermeye giderken bu kartı yanınızda getirmek zorunda değilsiniz ama getirirseniz işleminiz hızlanır" yazıyor. Haydaaa, madem lazım değil bana bunu neden gönderiyorsun güzel kardeşim?


Bizde muhtara seçmen listesi asılır, gidip kontrol ederiz ya, hiç öyle birşey olmadı.


Biz yine de kendi ülkemizden getirdiğimiz geçmiş oy verme tecrübemizle yanımıza kimlik, oy verme kartı, ne olur olmaz diye pasaport vs aklımıza gelen lazım olabileceğini düşündüğümüz ne varsa aldık gittik.


Bizde bir Pazar günü aktivitesi olarak okullarda yapılan seçimler burda Perşembe günü, okul yerine mahalledeki halk merkezleri ve kiliseler kullanılarak saat sabah 7 ile akşam 10 arasında yapılıyor.


Bizim oy vereceğimiz yere gittiğimizde ilk şoku yaşadım. Kapıdaki görevli sadece ismimizi sordu ve biz kimliklerimizi göstermeye çalışırken bizi durdurup kimlik göstermemize gerek olmadığını söyledi. Listeden adımızı bulup elimize 1 kurşun kalem bir de dandirikten bir oy pusulası verdi.



Bir kere biz katlayıp zarfa sokması bile olay olan çarşaf boyunda oy pusulalarına alışığız A5  boyutunda oy pusulası mı olur!


Hadi oldu diyelim, bir damga, mürekkebi ya çok az ya da fazla olduğu için "Ya kime oy verdiğim anlaşılmazsa, ya mürekkep başka kutucuğa bulaşırsa" stresi yaratan stampa da mı olmaz. Fakir annem bunlar!


Oy vermek için her tarafı kapalı kabin bile yapmamışlar, ben kafamı uzatıp yanımda oy veren kişinin pusulasına bakabildim. Tabi bunda yanımda oy verenin kocam olmasının da küçük bir payı olabilir :)


Oy vermek istediğiniz kişinin/partinin isminin karşısındaki kutucuğa kurşun kalemle bir çarpı koydunuz mu oy vermiş oluyorsunuz. Pusulayı zarfa falan koymadan öylece 2ye katlayıp sandığa atıyorsunuz, oy verdiğiniz için parmağınıza mürekkep de damlatmıyorlar. Onlar için kurşun kalem, A5 boyunda dandik oy pusulası hoop bitti gitti! Tabi bu prosedüre alışık bir İngiliz için. Benim için biter mi? Bitmez, çünkü sorularım var.


Mesela bu oylar torbalar sayılıp torbalara konduğunda o torbaları kim koruyacak?


Sandıkta her partiden temsilci var mı?


Oy çalınma ihtimaline karşı nasıl bir önlem alıyorlar?


Sabaha kadar oy çuvallarının başında kim nöbet tutuyor?


Oylar sayıldıktan sonra sandık sonuçlarını sivil halk nasıl doğruluyor, Vote and Beyond diye bir organizasyon var mı? Sandık sonuçları ordaki gönüllüler tarafından hangi sisteme nasıl giriliyor?


Seçim sonuçları açıklandığında aslında kazanan ama oyları çalınan aday nerde nasıl itiraz ediyor?


Oylar tekrar kimin gözetiminde sayılıyor?


Oyu çalınan adayı destekleyen halk nerde oy nöbetine gidiyor?


Peki kedi? Trafoya kedi ne zaman kaçıyor da elektrikler saat kaçla kaç arası kesiliyor?


Sandık görevlisi sorduğum sorulara boş gözlerle bakarken kocam kolumdan çekiştirip çıkarmasaydı bu soruların hepsinin cevabını öğrenebilirdim!! Neyse bir dahaki seçimlere artık!


P.S.: Sonuçlar ertesi gün açıklandı, sokakta kimse seçimden önce seçim muhabbeti yapmıyordu sonra da pek konu olmadı. Bu konuda en çok yorum sadece -bir kısmı henüz oy kullanmaya başlamamış olsa da- Türklerin olduğu mahalle Whatsapp grubunda yapıldı.

Bu İngilizlerin bizden öğreneceği çok şey var :)

19 Ocak 2022 Çarşamba

"İyi ki" mi "Keşke" mi?





Ülke değiştirmiş insanlar olarak sizin "İyi ki" leriniz mi daha çok yoksa "Keşke"leriniz mi?


"Oh ne iyi yaptım da geldim, bu deneyim bana çok şey kattı, çocuklarım için iyi yaptım, kendi kariyerim için çok doğru bir karar verdim, bu ülkede daha huzurlu, güvende ve mutluyum" mu yoksa "Keşke gelmeseydim, keşke kendi ülkemde kalsaydım" mi?


Bireysel olarak "İyi ki"leriniz çoksa ne güzel ama öte yandan Türkiye'de kalıp mutlu olmayan sevdikleriniz için üzülüp kendiniz için her "İyi ki" dediğinizde onlar için içiniz sızlıyor mu?  Ha pardon, göçmenlik de annelik gibi bitmeyen bir vicdan azabı haliydi di mi?!


Haftasonu Türkiye'de yaşayan 13 yaşındaki yeğenimle konuştuk. Yaklaşık 45 dakikalık konuşmanın sonunda onun ülkeye ve geleceğine dair endişelerinden ben depresyona girdim. Yeğenim durmadan gelen zamlardan, hayat pahalılığından, okulda doğru düzgün birşey öğrenmediğinden, ne öğreniyorsa sınavlara hazırlanmak için gittiği kursta öğrendiğinden, okuldaki çocukların saçı uzun olduğu için "Sen kız mısın" diye sorup onu kızdırmaya çalıştıklarından, kendisinin inadına pembe maske taktığından ve çocukların bununla da uğraştığından, dini inancının çocuklar tarafından sorgulandığından,  ülkedeki işsizlikten, üniversite mezunlarının kendi bölümlerinde iş bulamayıp çok düşük maaşlarla çok daha basit işlere razı geldiğinden bahsedip "Ben üniversiteyi bitirene kadar nerdeyse hayatımın 20 yılını okuyarak geçireceğim, sonunda iş bulamayıp kasiyer olacaksam neden okuyayım ki, benim o kadar yıllık emeğime yazık olmayacak mı? dedi. Gel de cevap ver bakalım! Çocuk herşeyin farkında zaten.


Biz çocuklar burda okusun, onlara başka bir ülke alternatifi verelim, emeklilik yaşımız gelince geri döner sakin bir yere yerleşiriz derken 7 yıldır Türkiye'de olanlara her dönüp baktığımda bu umudum sönüyor. Burda yaşıyor olsak da sevdiklerimiz ve doğup büyüdüğümüz topraklara sevgimizden gözümüz, aklımız hep orda. Kendimiz ve çocuklarımız için "İyi ki" desek de orda olan sevdiklerimiz için hep bir "keşke" var içimizde.


Değerli, birikimli ve iyi eğitimli bir sürü insan başka ülkelere gitme çabasında. Son iki haftada Türkiye'deki 3 farklı tanıdığımız buraya nasıl gelebileceklerine dair bilgi alabilmek için aradı, hepsi de çocuklarının geleceğinden endişeli.


Bizim mahallenin güncel haberi benim hem sanat hem duruş olarak çok çok beğendiğim iki ünlü Türk oyuncunun buraya yerleştiği.(İsimlerini yazıp insanların özel hayatına müdahale etmiş gibi olmayayım, bizim mahalle kim olduklarını biliyor zaten :) Ben de en yakın zamanda bir kafede karşılaşmayı umuyorum :)  


Bilim insanı, sanatçısı, akademisyeni, iş kadını, iş adamı...Yazık değil mi bu birikimde, bu değerde insanların kendi kariyerleri, çocuklarının geleceklerine dair endişeleri, güvende hissetmemeleri ve bunun gibi bir sürü sebep yüzünden başka ülkelerde yeni hayatlar kurma çabasına. Ülkende bir yere gelmiş, kendini kanıtlamışken, ülke değiştirip, bazen o yıllarca emek verdiğin kariyeri kenara koyup sıfırdan başlaman gerekiyor. Hem fiziksel hem ruhsal olarak o kadar zor ve yıpratıcı bir süreç ki bu. Kimisi hem bu zorlukların hem de parçalanan egosunun altından kalkamıyor, kimisi de resmen küllerinden tekrar doğuyor. İkisi de büyük emek, büyük özveri. Becerebilene de beceremeyene de sırf cesaret edip denediği için çok büyük saygı duyuyorum. 


Şu an tek derdinin oyun, arkadaş, gezmek olması gereken ülkemin güzel çocuklarının bu dertleri sırtlamadığı ve gelecekleri için endişelenmedikleri bir çocukluk hayal ediyorum.



8 Kasım 2021 Pazartesi

Unicorn promosyonlu İngiliz vatandaşlığı!






Valla neye niyet neye kısmet diye boşuna dememişler!

Benim bu yaşıma kadar hiç unicornlu bir şeyim olmadı. Ben küçükken zaten unicorn diye birşey yoktu dolayısıyla oyuncağı, tshirtu, aksesuarı, peluş figürü de yoktu. Sanırım kendisiyle tanışmam  ilkokul 3.sınıftayken She-Ra'nın atının unicorna dönüşmesine denk gelir. (Burdan yazarın yaşının 40+ olduğunu fark eden zeki okuyucu, sana bir çift sözüm var '"Bunu fark edebildiğine göre sen de 40+ sın ki!' :) 

Ben büyüdüm, unicorn moda oldu, ben de pek sevdim kendisini. Bir kere arkadaşın duruşu pozitif, bembeyaz tatlı bişey. Gözlerinden yıldızlar, poposundan gökkuşakları çıkıyor. Hep bir motivasyon hep bir enerji..Ben çocukken olaydın ya Unicorn! Neyse madem bana kısmet olmadı ben de çocuklarıma alırım derken orda da patladık. Erkek çocuklar Unicorn'a pek merak duymadı. Küçük oğlum bir ara "Anne Unicornlar çok tatlı dimi" dedi, demesiyle peluş bir tane alıp verdim eline, o da şaşırdı. "Kaç haftadır uzaktan kumandalı araba istiyorum almıyor, unicorn tatlı dedim, saniye sektirmeden aldı kadın, bu da bir çeşit, benim de hayattaki sınavım bu demek ki!" der gibi bir bakış yakaladım gözünde  :) Arkadaşlarımın kız çocuklarına mutlaka unicornlu hediyeler aldım, benim olmadı belki ama sevdiğim çocukların olsun..

Neyse artık kalbim ne kadar temizse benim de bir gün unicornum olacakmış, hem de hiç tahmin edemeyeceğim bir şekilde; İngiliz pasaportunun kapağında :)






Sen bunca senedir uğraş, didin, sonunda vatandaşlığını al, promosyon gibi bir de unicorn gelsin! Allah'ın hikmeti işte, ateistler bunu açıklasın :)

Şimdi madem sonunda vatandaş olduk,  pasaportu aldık, bir de üstüne unicornlandık, kutlamayacak mıyız? E kutlayacağız tabi!

Bu süreçte en zorlandığımız zamanlarda "Pasaportu bir alalım, vize derdi bitsin, bir sürü yere gideceğiz" diye kendimizi motive ediyorduk. Hak etmedik mi? Valla bu yoldan geçenler bilir, sonuna kadar hak ettik!

Düşündük taşındık bu pasaportu nerde siftahlamalı derken Roma'da karar kıldık. Unicornumuzu da aldık gittik. İtiraf ediyorum "Veni, vidi, vici" bizde biraz "Geldik, gördük, yedik ama ne biçim yedik, of be baya yedik, yalnız iyi yedik, biraz yürüsek de tekrar yemek için midemizde yer açılsa şeklinde karşılık bulmuş olabilir, pişman değiliz. Yine olsa yine yeriz :)

Madem bu pasaportla rahat geziliyor, bundan sonra nereyi yesek, pardon nereye gitsek diye bakıyoruz :))

Darısı vatandaşlığını almayı bekleyenlerin başına, Unicornunuza atlayıp dünyaları yersiniz inşallah!



P.S. 1: İngiliz pasaportuyla İngiltere'ye girmek çok kolaymış, polis ne soru sordu ne parmak izi aldı, öylece elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik.

P.S. 2: "Türk vatandaşlığından çıkacak mısınız?" sorusu çok geliyor, İngiliz vatandaşı olunca Türk vatandaşlığından çıkmanız gerekmiyor, iki ülkenin de vatandaşı olarak hayatınıza devam ediyorsunuz.

P.S.3: "Vatandaş olunca hayatınızda ne değişecek" sorusu geldi. Oy verme, çok fazla ülkeye vizesiz seyahat edebilme benim için en öncelikli olanlar. Diğer değişiklikler başka bir yazının konusu.

8 Ekim 2021 Cuma

Yaşadığın yerden nefret etmemek için...



"Artık bu ülkede yaşamak istemiyorum, kendi ülkeme dönmek istiyorum, çocuklarımın okulu yüzünden kalıyorum ama burdan nefret ediyorum!"




Bu cümleyi Avrupa'lı bir arkadaşımdan duydum birkaç gün önce, o günden beri de söylediklerini düşünüyorum. Ben nefret ettiğim bir yerde ne kadar ya da hangi sebeple yaşayabilirdim? Eğer orda yaşamaktan başka çarem yoksa kendimi nasıl ikna etmeye çalışırdım?


Arkadaşımın burda kalmasının tek sebebi okula giden çocukları. Biri lisede diğeri ilkokulda. Kendini lisedeki çocuğunun üniversiteye gireceği zamana yani 3-4 yıl sonrasına motive edebilse belki onun için daha kolay olur ama o zaman da küçük çocuğuna aynı fırsatı verememiş olmanın vicdan azabıyla baş etmesi gerekecek. Şu anda ne çocukları ne de eşi kendi ülkelerine dönmek istiyor, hepsi burda yaşamaktan memnun. Böyle olunca da arkadaşım kendini iyice yalnızlaşmış hissediyor. Ülkesindeki ailesini, arkadaşlarını özlüyor. Buranın yağmurlu ve kasvetli havası sinirini bozuyor, bu iklim ona hala çok soğuk geliyor. Eğitim sistemini beğenmiyor, çocukların burda hiçbir şey öğrenmediğini düşünüyor. Çocukları yağmurlu havalarda okul gezisine götürmelerine, çocuğunun üşüyüp hasta olma ihtimaline deliriyor. İngiltere'nin Covid'i çok kötü yönettiğini düşünüyor. Son zamanlarda yaşadığımız benzin krizine öfkelenip kendini bir Afrika ülkesinde hissettiğini söylüyor. Bütün bunlara Merkür retrosu, önümüzdeki kısa ve karanlık kış günleri ile adet öncesi sendromu da eklenince hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Rahatsız olduğu herşeyi böyle peşpeşe sıraladığında ne kadar zorlandığını görüyor insan.


Göçmenlikte hepimiz farklı farklı bir sürü şeyden rahatsız oluyoruz, zorlanıyoruz, kabullenemiyoruz. Bir sürü zorlu sınavdan geçiyoruz. Kiminden kalıyoruz, kimini atlatıyoruz.


Göçmek sadece vücudunu bir ülkeden alıp diğerine götürmek değil, aynı zamanda dışardan görünmeyen çetrefilli bir iç yolculuğu. Yakınında seninle benzer yoldan geçenler varsa yol daha az dikenli oluyor. Konuşup paylaşınca senin geçtiğin yoldan onların da geçtiğini görüyorsun. Onlar da düşüp dizini kanatıyor. Onlar da senin gibi anlamaya, anlamlandırmaya, mantıksallaştırmaya çalışıyor. Onlar da kendi kalıplarını sorguluyor, kendi doğrularının yanlışlarının muhasebesini yapıyor. Sen zorlandığın konuyu anlatınca seni anlıyor çünkü konuyu onlar da biliyor, aynı dersi onlar da çalışıyor.


Yaşadığınız yerden nefret etmenize fırsat kalmadan sizinle aynı yolculuğa çıkmış olanlarla karşılaşmanızı dilerim. Konuşup paylaşmak, o yolculukta elele verip batan dikenleri beraber çıkarmak için..


"Bunun işe yarayacağını nerden biliyorsun" derseniz, benimle benzer yoldan geçen göçmen dostlarım var, elimi çok sıkı tutuyorlar :)

22 Eylül 2021 Çarşamba

Ayıp nedir?

Bence ayıp budur.


Bu fotoğrafı evimize çok yakın bir parkta çektim. Birisi bana bu fotoğrafı gösterse "Yok artık, montajdır!" derdim ama ne yazık ki gözümle gördüm.


 

                                                                                                                                                                                                                            Herkesin kullanımı için oraya yerleştirilmiş bir banka çıkmayan kalemle Gençlerbirliği yazmanın mantığı nedir?


Toplum olmayı bilmemenin getirdiği bir eksiklik mi?


Toplum içinde yaşama becerisine sahip olamamak mı?


En temel saygı kurallarını öğrenememiş olmak mı?


O bankın sadece "Gençlerbirliği" yazan kişiye ait olmadığının, herkesin kullanımı için oraya konmuş olduğunun bilincine varamamış olmak mı?


Bankı kullanan diğer insanlara ya da vergi ödeyerek o bankın oraya konmasını sağlamış olanlara saygısızlık olduğunun idrak edilememesi mi?


Her kullananın banka bir şey yazmasının makul olmayacağının düşünülememesi mi?


Bunun kamu malına zarar vermek olduğunun muhakeme edilememesi mi?


Kamu malına zarar vermenin bir sonraki adımının vandalizm olduğunun bilinmemesi mi?


Toplumda beraber yaşamanın en basit kurallarına, diğerlerinin hakkına saygı göstermekten bihaber olunması mı?


Misafirliğe gittiğimiz evin duvarına canımızın istediğini nasıl yazamıyorsak misafir olduğumuz bir parkın bankına da kafamıza göre birşeyler yazamayacağımızı değerlendirme becerisinden yoksun olmak mı?


Göçebe genlerin şu yüzüne çıkması ve kendisinden sonra geleni düşünme refleksinin gelişmemiş olması mı?


"Canımın istediğini yapayım, benden sonrası tufan" düşüncesi mi?


Oraya "Gençlerbirliği" yazıyor olmanın fanatizm olması mı?


Oraya "Gençlerbirliği" yazıyor olmanın "Gençlerbirliği"ne benim göremediğim bir katkı sağlıyor olması mı?


Bunu yazan bir çocuksa o çocuğa toplum içinde yaşama değerlerinin hala öğretilememiş olması mı?


Ya da hiç bu kadar derin düşünmeyip "Yeeaa canım istedi yazdım" mantığı mı?



Ben cevabı bulamadım, bulan varsa lütfen bana da söylesin.


13 Mayıs 2021 Perşembe

Göçmen Bayramı :)





Bir bayramı daha ailelerimizden uzak idrak ediyor muyuz Sevgili Göçmen Kardeşlerim?


Yine bir tarafımız buruk mu, yine boğazımızda bir düğüm var mı?


Yine bayram yemeğimizi hazırlayıp çocukların okuldan gelişini bekliyor muyuz?


Yine kendi küçük ailemizle ve belki birkaç dostumuzla bayram kutlaması yapmaya hazır mıyız?


Kendi çocukluğumuzda ailemizle geçirdiğimiz bayramların o tatlı, huzurlu, güvenli hissini kendi çocuklarımıza yaşatmaya çalışıyor muyuz?


Başka bir ülkede, başka bir gelenekte de yaşasak ve uyumlansak da kendi geleneklerimizi korumaya, çocuklarımıza öğretmeye çalışıyor muyuz?


Kendi çocukluğumuzda yaşadığımız bayram heyecanını, toplanan harçlıkları, annemizden gizli ceplerimize tıkıştırdığımız bayram  şekerlerini  hem hüzün hem mutlulukla anıyor muyuz?


Bu sorulara cevabınız evetse, hatta buna bu evete birkaç gözyaşı da eşlik ediyorsa bayrama hazırsınız demektir.


Büyük ailenizden ve sarılıp sarmalandığınız çocukluk limanından uzaksınız ama kendi çocuklarınıza liman olmuşsunuz demektir.


Sizin önünüze çocukken bayram sofralarında konan yemekleri siz şimdi kendi çocuklarınızın önüne koyuyorsanız, bayram ruhunu onlara yaşatabiliyorsanız, benim bu sabah oğlumdan duyduğum "Anne bayramı Türkiye'deki gibi el öpmeli ve harçlıklı kutlayacağız dimi?" sorusuna evet diyorsanız bayram kutlamasında level atladınız demektir.


Zaten göçmen olmak hayatta level atlamak değil mi ki? Hem fiziken hem ruhen daha sarsılmaz, daha dayanıklı, daha daha daha olmak değil mi.. Ve biz zaten bunları çoktaaannn olmadık mı..


Daha nice bayramlara Sevgili Göçmen Kardeşim, ağzına en büyük bayram şekerini atıp, önce kendi bayramını kutlayıp, sırtını sıvazlaman ve uzaktaki sevdiklerine fiziken uzak olsan da ruhen yanlarında olman dileğiyle...



1 Şubat 2021 Pazartesi

Corona etkisi lililililili :)

Tat ve koku kaybı


Yüksek ateş


Vücutta ağrı


Dayak yemiş gibi hissetmek


ZEKA GERİLEMESİ, BEYİN KÜÇÜLMESİ




Bu son madde Corona geçirenlerin değil ama benim birebir yaşadığım Corona etkisi. Valla kendimi salaklaşmış, beynimi küçülmüş, algımı daralmış hissediyorum. Herşeyi unutuyorum, dikkatimi toplayamıyorum. Jetonum hep geç düşüyor. Aptal sarışın tanımlamasına hep çok uyuz olurken şu an vücut bulmuş haliyim yeminle. Bu aç kapa aç kapa Artema'ya dönen lockdownlar ne ruh sağlığı bıraktı, ne akıl sağlığı. Kendi kendimden sıkılıyorum. Hani uyanmadan hemen önce uyanmaya başladığını anladığın birkaç saniye var ya, hani sistemin şalterleri tek tek açtığı zaman dilimi. Onu hissettiğim an "Şşşştt" diyorum, "Uyu uyu, uyansan da dün ile aynı güne uyanacaksın, yataktan kalkıp da ne yapacaksın, bugünü yaşamak için nasıl bir motivasyonun var ki, dolan yorgana uyu uyuyabildiğin kadar". Belki bir uyanırsın herşey bitmiş, Corona geçmiş, sosyalleşmeye izin çıkmış. Uyuyamadığım zaman yorganı daha da sıkı doluyorum kendime, beynime kan gitmezse ya da nefes alamazsam bayılıp tekrar uykuya bağlayabilirim belki :)


Sosyal (hatta belki biraz fazla sosyal) bir hayvan olduğumu biliyordum da sosyalleşememenin beynim üzerinde bu kadar etkili olacağını düşünmüyordum. O gün özel olarak kimseyle buluşmasam bile çocukları okula bıraktığımda bir veliye günaydın demek, başka bir velinin o gün taktığı atkının rengini fark etmek, okul yolundaki ağacın yapraklarını döktüğünü ya da tomurcuklandığını görmek, yol üstündeki dükkanların vitrinine bakmak bile beynimize ne çok uyaran gönderiyormuş meğer. Ya da o sabahın köründe kalkıp soğuk havada çocukları okula götürmek için yapılan yürüyüş nasıl önemli bir hareketmiş. Corona yüzünden beynimdeki nöron yolları azaldıkça ve kısaldıkça sanki önceden kafamın içi samanyoluymuş da ışıkları söndüre söndüre sadece 3-5 zayıf ışık kalmış gibi hissediyorum. Sanki bu bir sosyal deney, biz de denekleriz. Bakalım insan türü ilişki kuramamaya daha ne kadar dayanacak, ilk turu az kayıpla geçti, ikinci turda nasıl tepki gösterecek, ne zaman ayarları bozulacak, kafasına huniyi ne zaman takacak, kendi kendine konuşmaya kaçıncı günün sonunda başlayacak, üstünden çıkarmadığı eşofman/tayt ne zaman ikinci derisi haline gelecek... Bunlar önemli konular,bence İsveçli bilim adamları şu an bunun üstünde çalışmalı.


Özellikle eşofman ve lohusa topuzu çok önemli mesela. Geçen gün bizim avukata evrak götürmem gerekti, Allahım nasıl heyecanlandım. En önemli sorunsal, götüreceğim evrakları toparlamak değil o gün ne giyeceğim! Yarım saat düşünüp kot giymeye karar verdim. (Hee kot, şu mavi ve sert olan) Gerçi kendimi az daha kaybetmiş olsam tuvalet de giyebilirdim ama hala bir nebze aklıselim kalmış çok şükür. (Bir de hunimle aynı renk elbisem yoktu)


Yarım saat süren karar aşamasını geçtikten sonra daha zorlu ikinci süreç başladı: Dolabın içinde kot pantolonu bulmak! Sanmayın ki 32 kapaklı gardrobum ve 375 kıyafetim var. Artık ne kadar zamandır giymediysem ve kotu dolabın hangi dibine soktuysam 15 dakika sonra bulabildim kendisini.


Giyinme kısmını hallettikten sonra sıra "insan içine çıkacağımdan kendime birazcık çekidüzen verme" aşamasına geldi. Makyaj malzemelerim varmış benim, hatırlamıyormuşum. Normalde pek makyaj yapmazdım ama renkli renkli malzemeleri görünce yeni oyuncak bulmuş çocuk gibi sevindim. Yüzyıllık hasret bitmişçesine ne bulduysam sürdüm. Gerçi sürdüm de ne oldu, hepsi makseye bulaştı, Suratımın sureti maskeme patates baskı oldu resmen! Olsun ama maskemin deseni ile kafamdaki huninin rengi uyumlu, bence en önemlisi o..Zaten avukatım da onu dedi, "Bu huni seni zayıf göstermiş, hep bunu tak" dedi, "bundan sıkılırsan çizgili ve puantiyelilerinden dene" :) Haaa bi de dedi ki "Şimdi git, Corona bitince gel, gelmeden önce de 176 ay kadar antidepresan almayı unutma " dedi :P

Gerçi kocam "Avukat öyle dememistir, senin kafan gidip gelmiştir yine" dedi ama kafasındaki metal dandik huniyle onu dikkate alamayacağım!





P.S: yIGIT oZGUR, BENDEN izinSIZ RESMimi kullanmissin, bu SEFErlik TELiF ISTEMEM, BI DAHAKI Sefer huniyle odersin!