8 Kasım 2021 Pazartesi

Unicorn promosyonlu İngiliz vatandaşlığı!






Valla neye niyet neye kısmet diye boşuna dememişler!

Benim bu yaşıma kadar hiç unicornlu bir şeyim olmadı. Ben küçükken zaten unicorn diye birşey yoktu dolayısıyla oyuncağı, tshirtu, aksesuarı, peluş figürü de yoktu. Sanırım kendisiyle tanışmam  ilkokul 3.sınıftayken She-Ra'nın atının unicorna dönüşmesine denk gelir. (Burdan yazarın yaşının 40+ olduğunu fark eden zeki okuyucu, sana bir çift sözüm var '"Bunu fark edebildiğine göre sen de 40+ sın ki!' :) 

Ben büyüdüm, unicorn moda oldu, ben de pek sevdim kendisini. Bir kere arkadaşın duruşu pozitif, bembeyaz tatlı bişey. Gözlerinden yıldızlar, poposundan gökkuşakları çıkıyor. Hep bir motivasyon hep bir enerji..Ben çocukken olaydın ya Unicorn! Neyse madem bana kısmet olmadı ben de çocuklarıma alırım derken orda da patladık. Erkek çocuklar Unicorn'a pek merak duymadı. Küçük oğlum bir ara "Anne Unicornlar çok tatlı dimi" dedi, demesiyle peluş bir tane alıp verdim eline, o da şaşırdı. "Kaç haftadır uzaktan kumandalı araba istiyorum almıyor, unicorn tatlı dedim, saniye sektirmeden aldı kadın, bu da bir çeşit, benim de hayattaki sınavım bu demek ki!" der gibi bir bakış yakaladım gözünde  :) Arkadaşlarımın kız çocuklarına mutlaka unicornlu hediyeler aldım, benim olmadı belki ama sevdiğim çocukların olsun..

Neyse artık kalbim ne kadar temizse benim de bir gün unicornum olacakmış, hem de hiç tahmin edemeyeceğim bir şekilde; İngiliz pasaportunun kapağında :)






Sen bunca senedir uğraş, didin, sonunda vatandaşlığını al, promosyon gibi bir de unicorn gelsin! Allah'ın hikmeti işte, ateistler bunu açıklasın :)

Şimdi madem sonunda vatandaş olduk,  pasaportu aldık, bir de üstüne unicornlandık, kutlamayacak mıyız? E kutlayacağız tabi!

Bu süreçte en zorlandığımız zamanlarda "Pasaportu bir alalım, vize derdi bitsin, bir sürü yere gideceğiz" diye kendimizi motive ediyorduk. Hak etmedik mi? Valla bu yoldan geçenler bilir, sonuna kadar hak ettik!

Düşündük taşındık bu pasaportu nerde siftahlamalı derken Roma'da karar kıldık. Unicornumuzu da aldık gittik. İtiraf ediyorum "Veni, vidi, vici" bizde biraz "Geldik, gördük, yedik ama ne biçim yedik, of be baya yedik, yalnız iyi yedik, biraz yürüsek de tekrar yemek için midemizde yer açılsa şeklinde karşılık bulmuş olabilir, pişman değiliz. Yine olsa yine yeriz :)

Madem bu pasaportla rahat geziliyor, bundan sonra nereyi yesek, pardon nereye gitsek diye bakıyoruz :))

Darısı vatandaşlığını almayı bekleyenlerin başına, Unicornunuza atlayıp dünyaları yersiniz inşallah!



P.S. 1: İngiliz pasaportuyla İngiltere'ye girmek çok kolaymış, polis ne soru sordu ne parmak izi aldı, öylece elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdik.

P.S. 2: "Türk vatandaşlığından çıkacak mısınız?" sorusu çok geliyor, İngiliz vatandaşı olunca Türk vatandaşlığından çıkmanız gerekmiyor, iki ülkenin de vatandaşı olarak hayatınıza devam ediyorsunuz.

P.S.3: "Vatandaş olunca hayatınızda ne değişecek" sorusu geldi. Oy verme, çok fazla ülkeye vizesiz seyahat edebilme benim için en öncelikli olanlar. Diğer değişiklikler başka bir yazının konusu.

8 Ekim 2021 Cuma

Yaşadığın yerden nefret etmemek için...



"Artık bu ülkede yaşamak istemiyorum, kendi ülkeme dönmek istiyorum, çocuklarımın okulu yüzünden kalıyorum ama burdan nefret ediyorum!"




Bu cümleyi Avrupa'lı bir arkadaşımdan duydum birkaç gün önce, o günden beri de söylediklerini düşünüyorum. Ben nefret ettiğim bir yerde ne kadar ya da hangi sebeple yaşayabilirdim? Eğer orda yaşamaktan başka çarem yoksa kendimi nasıl ikna etmeye çalışırdım?


Arkadaşımın burda kalmasının tek sebebi okula giden çocukları. Biri lisede diğeri ilkokulda. Kendini lisedeki çocuğunun üniversiteye gireceği zamana yani 3-4 yıl sonrasına motive edebilse belki onun için daha kolay olur ama o zaman da küçük çocuğuna aynı fırsatı verememiş olmanın vicdan azabıyla baş etmesi gerekecek. Şu anda ne çocukları ne de eşi kendi ülkelerine dönmek istiyor, hepsi burda yaşamaktan memnun. Böyle olunca da arkadaşım kendini iyice yalnızlaşmış hissediyor. Ülkesindeki ailesini, arkadaşlarını özlüyor. Buranın yağmurlu ve kasvetli havası sinirini bozuyor, bu iklim ona hala çok soğuk geliyor. Eğitim sistemini beğenmiyor, çocukların burda hiçbir şey öğrenmediğini düşünüyor. Çocukları yağmurlu havalarda okul gezisine götürmelerine, çocuğunun üşüyüp hasta olma ihtimaline deliriyor. İngiltere'nin Covid'i çok kötü yönettiğini düşünüyor. Son zamanlarda yaşadığımız benzin krizine öfkelenip kendini bir Afrika ülkesinde hissettiğini söylüyor. Bütün bunlara Merkür retrosu, önümüzdeki kısa ve karanlık kış günleri ile adet öncesi sendromu da eklenince hüngür hüngür ağlamaya başlıyor. Rahatsız olduğu herşeyi böyle peşpeşe sıraladığında ne kadar zorlandığını görüyor insan.


Göçmenlikte hepimiz farklı farklı bir sürü şeyden rahatsız oluyoruz, zorlanıyoruz, kabullenemiyoruz. Bir sürü zorlu sınavdan geçiyoruz. Kiminden kalıyoruz, kimini atlatıyoruz.


Göçmek sadece vücudunu bir ülkeden alıp diğerine götürmek değil, aynı zamanda dışardan görünmeyen çetrefilli bir iç yolculuğu. Yakınında seninle benzer yoldan geçenler varsa yol daha az dikenli oluyor. Konuşup paylaşınca senin geçtiğin yoldan onların da geçtiğini görüyorsun. Onlar da düşüp dizini kanatıyor. Onlar da senin gibi anlamaya, anlamlandırmaya, mantıksallaştırmaya çalışıyor. Onlar da kendi kalıplarını sorguluyor, kendi doğrularının yanlışlarının muhasebesini yapıyor. Sen zorlandığın konuyu anlatınca seni anlıyor çünkü konuyu onlar da biliyor, aynı dersi onlar da çalışıyor.


Yaşadığınız yerden nefret etmenize fırsat kalmadan sizinle aynı yolculuğa çıkmış olanlarla karşılaşmanızı dilerim. Konuşup paylaşmak, o yolculukta elele verip batan dikenleri beraber çıkarmak için..


"Bunun işe yarayacağını nerden biliyorsun" derseniz, benimle benzer yoldan geçen göçmen dostlarım var, elimi çok sıkı tutuyorlar :)

22 Eylül 2021 Çarşamba

Ayıp nedir?

Bence ayıp budur.


Bu fotoğrafı evimize çok yakın bir parkta çektim. Birisi bana bu fotoğrafı gösterse "Yok artık, montajdır!" derdim ama ne yazık ki gözümle gördüm.


 

                                                                                                                                                                                                                            Herkesin kullanımı için oraya yerleştirilmiş bir banka çıkmayan kalemle Gençlerbirliği yazmanın mantığı nedir?


Toplum olmayı bilmemenin getirdiği bir eksiklik mi?


Toplum içinde yaşama becerisine sahip olamamak mı?


En temel saygı kurallarını öğrenememiş olmak mı?


O bankın sadece "Gençlerbirliği" yazan kişiye ait olmadığının, herkesin kullanımı için oraya konmuş olduğunun bilincine varamamış olmak mı?


Bankı kullanan diğer insanlara ya da vergi ödeyerek o bankın oraya konmasını sağlamış olanlara saygısızlık olduğunun idrak edilememesi mi?


Her kullananın banka bir şey yazmasının makul olmayacağının düşünülememesi mi?


Bunun kamu malına zarar vermek olduğunun muhakeme edilememesi mi?


Kamu malına zarar vermenin bir sonraki adımının vandalizm olduğunun bilinmemesi mi?


Toplumda beraber yaşamanın en basit kurallarına, diğerlerinin hakkına saygı göstermekten bihaber olunması mı?


Misafirliğe gittiğimiz evin duvarına canımızın istediğini nasıl yazamıyorsak misafir olduğumuz bir parkın bankına da kafamıza göre birşeyler yazamayacağımızı değerlendirme becerisinden yoksun olmak mı?


Göçebe genlerin şu yüzüne çıkması ve kendisinden sonra geleni düşünme refleksinin gelişmemiş olması mı?


"Canımın istediğini yapayım, benden sonrası tufan" düşüncesi mi?


Oraya "Gençlerbirliği" yazıyor olmanın fanatizm olması mı?


Oraya "Gençlerbirliği" yazıyor olmanın "Gençlerbirliği"ne benim göremediğim bir katkı sağlıyor olması mı?


Bunu yazan bir çocuksa o çocuğa toplum içinde yaşama değerlerinin hala öğretilememiş olması mı?


Ya da hiç bu kadar derin düşünmeyip "Yeeaa canım istedi yazdım" mantığı mı?



Ben cevabı bulamadım, bulan varsa lütfen bana da söylesin.


13 Mayıs 2021 Perşembe

Göçmen Bayramı :)





Bir bayramı daha ailelerimizden uzak idrak ediyor muyuz Sevgili Göçmen Kardeşlerim?


Yine bir tarafımız buruk mu, yine boğazımızda bir düğüm var mı?


Yine bayram yemeğimizi hazırlayıp çocukların okuldan gelişini bekliyor muyuz?


Yine kendi küçük ailemizle ve belki birkaç dostumuzla bayram kutlaması yapmaya hazır mıyız?


Kendi çocukluğumuzda ailemizle geçirdiğimiz bayramların o tatlı, huzurlu, güvenli hissini kendi çocuklarımıza yaşatmaya çalışıyor muyuz?


Başka bir ülkede, başka bir gelenekte de yaşasak ve uyumlansak da kendi geleneklerimizi korumaya, çocuklarımıza öğretmeye çalışıyor muyuz?


Kendi çocukluğumuzda yaşadığımız bayram heyecanını, toplanan harçlıkları, annemizden gizli ceplerimize tıkıştırdığımız bayram  şekerlerini  hem hüzün hem mutlulukla anıyor muyuz?


Bu sorulara cevabınız evetse, hatta buna bu evete birkaç gözyaşı da eşlik ediyorsa bayrama hazırsınız demektir.


Büyük ailenizden ve sarılıp sarmalandığınız çocukluk limanından uzaksınız ama kendi çocuklarınıza liman olmuşsunuz demektir.


Sizin önünüze çocukken bayram sofralarında konan yemekleri siz şimdi kendi çocuklarınızın önüne koyuyorsanız, bayram ruhunu onlara yaşatabiliyorsanız, benim bu sabah oğlumdan duyduğum "Anne bayramı Türkiye'deki gibi el öpmeli ve harçlıklı kutlayacağız dimi?" sorusuna evet diyorsanız bayram kutlamasında level atladınız demektir.


Zaten göçmen olmak hayatta level atlamak değil mi ki? Hem fiziken hem ruhen daha sarsılmaz, daha dayanıklı, daha daha daha olmak değil mi.. Ve biz zaten bunları çoktaaannn olmadık mı..


Daha nice bayramlara Sevgili Göçmen Kardeşim, ağzına en büyük bayram şekerini atıp, önce kendi bayramını kutlayıp, sırtını sıvazlaman ve uzaktaki sevdiklerine fiziken uzak olsan da ruhen yanlarında olman dileğiyle...



1 Şubat 2021 Pazartesi

Corona etkisi lililililili :)

Tat ve koku kaybı


Yüksek ateş


Vücutta ağrı


Dayak yemiş gibi hissetmek


ZEKA GERİLEMESİ, BEYİN KÜÇÜLMESİ




Bu son madde Corona geçirenlerin değil ama benim birebir yaşadığım Corona etkisi. Valla kendimi salaklaşmış, beynimi küçülmüş, algımı daralmış hissediyorum. Herşeyi unutuyorum, dikkatimi toplayamıyorum. Jetonum hep geç düşüyor. Aptal sarışın tanımlamasına hep çok uyuz olurken şu an vücut bulmuş haliyim yeminle. Bu aç kapa aç kapa Artema'ya dönen lockdownlar ne ruh sağlığı bıraktı, ne akıl sağlığı. Kendi kendimden sıkılıyorum. Hani uyanmadan hemen önce uyanmaya başladığını anladığın birkaç saniye var ya, hani sistemin şalterleri tek tek açtığı zaman dilimi. Onu hissettiğim an "Şşşştt" diyorum, "Uyu uyu, uyansan da dün ile aynı güne uyanacaksın, yataktan kalkıp da ne yapacaksın, bugünü yaşamak için nasıl bir motivasyonun var ki, dolan yorgana uyu uyuyabildiğin kadar". Belki bir uyanırsın herşey bitmiş, Corona geçmiş, sosyalleşmeye izin çıkmış. Uyuyamadığım zaman yorganı daha da sıkı doluyorum kendime, beynime kan gitmezse ya da nefes alamazsam bayılıp tekrar uykuya bağlayabilirim belki :)


Sosyal (hatta belki biraz fazla sosyal) bir hayvan olduğumu biliyordum da sosyalleşememenin beynim üzerinde bu kadar etkili olacağını düşünmüyordum. O gün özel olarak kimseyle buluşmasam bile çocukları okula bıraktığımda bir veliye günaydın demek, başka bir velinin o gün taktığı atkının rengini fark etmek, okul yolundaki ağacın yapraklarını döktüğünü ya da tomurcuklandığını görmek, yol üstündeki dükkanların vitrinine bakmak bile beynimize ne çok uyaran gönderiyormuş meğer. Ya da o sabahın köründe kalkıp soğuk havada çocukları okula götürmek için yapılan yürüyüş nasıl önemli bir hareketmiş. Corona yüzünden beynimdeki nöron yolları azaldıkça ve kısaldıkça sanki önceden kafamın içi samanyoluymuş da ışıkları söndüre söndüre sadece 3-5 zayıf ışık kalmış gibi hissediyorum. Sanki bu bir sosyal deney, biz de denekleriz. Bakalım insan türü ilişki kuramamaya daha ne kadar dayanacak, ilk turu az kayıpla geçti, ikinci turda nasıl tepki gösterecek, ne zaman ayarları bozulacak, kafasına huniyi ne zaman takacak, kendi kendine konuşmaya kaçıncı günün sonunda başlayacak, üstünden çıkarmadığı eşofman/tayt ne zaman ikinci derisi haline gelecek... Bunlar önemli konular,bence İsveçli bilim adamları şu an bunun üstünde çalışmalı.


Özellikle eşofman ve lohusa topuzu çok önemli mesela. Geçen gün bizim avukata evrak götürmem gerekti, Allahım nasıl heyecanlandım. En önemli sorunsal, götüreceğim evrakları toparlamak değil o gün ne giyeceğim! Yarım saat düşünüp kot giymeye karar verdim. (Hee kot, şu mavi ve sert olan) Gerçi kendimi az daha kaybetmiş olsam tuvalet de giyebilirdim ama hala bir nebze aklıselim kalmış çok şükür. (Bir de hunimle aynı renk elbisem yoktu)


Yarım saat süren karar aşamasını geçtikten sonra daha zorlu ikinci süreç başladı: Dolabın içinde kot pantolonu bulmak! Sanmayın ki 32 kapaklı gardrobum ve 375 kıyafetim var. Artık ne kadar zamandır giymediysem ve kotu dolabın hangi dibine soktuysam 15 dakika sonra bulabildim kendisini.


Giyinme kısmını hallettikten sonra sıra "insan içine çıkacağımdan kendime birazcık çekidüzen verme" aşamasına geldi. Makyaj malzemelerim varmış benim, hatırlamıyormuşum. Normalde pek makyaj yapmazdım ama renkli renkli malzemeleri görünce yeni oyuncak bulmuş çocuk gibi sevindim. Yüzyıllık hasret bitmişçesine ne bulduysam sürdüm. Gerçi sürdüm de ne oldu, hepsi makseye bulaştı, Suratımın sureti maskeme patates baskı oldu resmen! Olsun ama maskemin deseni ile kafamdaki huninin rengi uyumlu, bence en önemlisi o..Zaten avukatım da onu dedi, "Bu huni seni zayıf göstermiş, hep bunu tak" dedi, "bundan sıkılırsan çizgili ve puantiyelilerinden dene" :) Haaa bi de dedi ki "Şimdi git, Corona bitince gel, gelmeden önce de 176 ay kadar antidepresan almayı unutma " dedi :P

Gerçi kocam "Avukat öyle dememistir, senin kafan gidip gelmiştir yine" dedi ama kafasındaki metal dandik huniyle onu dikkate alamayacağım!





P.S: yIGIT oZGUR, BENDEN izinSIZ RESMimi kullanmissin, bu SEFErlik TELiF ISTEMEM, BI DAHAKI Sefer huniyle odersin!



21 Ocak 2021 Perşembe

Time flies




Bu İngilizlerin pek sevdiği bir laf  var "Time flies". E doğru, haksız mı adamlar, zaman uçup gitmiyor mu, biz ne olduğunu anlayana kadar çocuklar büyümüyor mu, saçlar beyazlamıyor, yüzler kırışmıyor mu?

Bugün buraya taşınmamızın 6.yıldönümü. Büyük oğlumun toplam hayatının yarısını burda geçirmiş olmasına az kaldı, küçük oğlum burada büyüdü. Buraya geldiğinde bırakın Türkçe konuşmayı 15 aylık bir bebek olarak daha hiç konuşamazken şu an 7 yaşında, hem İngilizcesi hem Türkçesiyle beni şaşırtıp duruyor. (Daha bugün bana ve eşimin 3 safkan İngiliz iş arkadaşına "zar" kelimesinin İngilizcesini öğretti adam! Ben bunca yıldır zarın İngilizcesini dice zannederken meğer o çoğuluymuş ve zarlar demekmiş de zarın İngilizcesi "die" mış. Hadi ben yanlış biliyorum da koca koca İngiliz adamların yanlış bilmesi beni bir şaşırtmadı değil!)

Facebook 2 gün önce bir anı hatırlattı, 6 yıl önce bizim için en yakın arkadaşlarımızın düzenlediği veda yemeği.. O yemek sırasında hissettiklerim düştü aklıma birden, "Bir daha ne zaman görebileceğim, yine böyle hep beraber olabilecek miyiz, ilişkilerimiz biz gidince nasıl olacak, gözden ırak olanlar gönülden de ırak olacak mı.." O gün bunlar aklımdan geçerken midemin nasıl burulduğunu, düğümlenen boğazımı ve ıslanan gözlerimi geniş bir gülümsemenin arkasına sakladığımı ve vedalaşma faslında hüzünlenen arkadaşlarımıza sanki herşey normal de onlar abartıyormuş gibi "Ya sanki ölmeye gidiyoruz, bu ne hüzün, en kötü yazın burdayız" dediğimi dün gibi hatırlıyorum.

Burda durup geriye bakınca 6 yıllık mücadele, keyifli anlar, yeni deneyimler, cesaret edebilmişlik, zorluklar, anlamaya çalışmalar, alışık olduğun kalıpların dışına çıkmaya çalışmalar, birşeyin altından kalktığında hissettiğin tatmin, çok zor bir konuyla karşılaşınca altında ezildiğin yorgunluk, bazen omuzlarına binen çaresizlik, mutsuzluk, bezginlik, ben neden burdayım, gerek var mı, değer mi... hepsi birden önüne dökülüyor.

Ne günler yaşandı, o köprülerin altından ne sular aktı, kalanlar ve gidenler ne fırtınalar yaşadı. Evlenen, sevdiğini toprağa veren, eşinden ayrılan, artık hayatımızda olmayan.. Biz uzaktan baktık, nikahlara görüntülü görüşmelerle katıldık, acısı olanlara ancak telefonla destek verebildik.. Gördük ki "gerçek" olanlarla ilişki devam ediyor. "gerçek" olmayanlarla bu süreçte yollar ayrılıyor. Mesela biz buraya geldikten sonra kopmadığımız 2 gerçek arkadaşımız Malezya'ya taşındı, en son iki yıl önce sarılabildim ikisine de ama hala varlar, hala hayatımızdalar.


Sevgili Yeni göçenler, göçmek iyi mi kötü mü diye soranlar,

Bence göçmeyi iyi/kötü diye tanımlamaktansa edineceğiniz tecrübelere, size katacağı genişleyen bakış açılarına, toleransınızın artmasına, kendi kabuğunuzdan çıktığınızda keşfedeceğiniz gücünüze, hayatta tek bir doğrunun olmadığına, bir sorunun farklı şekilllerde çözülebildiğine, hayatın siyah ve beyaz değil booool  booollll grilerden oluştuğuna ve bu grilerin sizi öldürmeyeceğine, adaptasyon gücünüz ne kadar çoksa o kadar az acı çekeceğinize, fikrinizi değiştirebilme lüksüne, bazen mecburiyetten esnemek zorunda kalmaya ve sonuçların korkunç olmadığını görmeye odaklanın.

Hele bir de bu yolculukta yanınızda doğru eş/ çocuk/ arkadaş kombinasyonu varsa arkanıza yaslanıp kendinize bir çay koyun, bir sırtınızı patpatlayıp "Aferin bana ve cesaretime" deyin.

Darısı vatandaşlığı almaya  :)